Bizim 40 yıl önce yaşadıklarımız öyle bir buharlaştı ki…

Bugün, 40 yıl öncesinden öyle bir gerideyiz ki…

Bugünün gençliği, bizim görüp yaşadıklarımıza öyle bir yabancı kaldı ki…

Elbette ki bizler oldukça şanslıyız, o günleri yaşadığımız için…

Elbette ki bugünün gençliği oldukça şanssızdır, o günleri yaşamadığı için…

Biz o günlerde öyle bir bütündük ki barış ve huzur arazisinde;

Çünkü 40 yıl önceki Türkiye’de sevgi, saygı ve hoşgörü vardı.

Başta inancımız olmak üzere, tüm sosyal normlarımız hiç bu kadar şekilcilik tavanı yapmamıştı.

Başta yöneten siyasetler olmak üzere, tüm sosyal-siyaset hayatımız hiç bu kadar ayrışma tavanına yaklaşmamıştı.

Çünkü 40 yıl önceki Türkiye, daha demokrat daha özgür bir ülkeydi.

O günlerde:

Öyle bir özgür medya vardı ki…

Gazete ve dergiler, öyle bir sert eleştiri yapar, öyle bir suçlama belgeleri ortaya koyardı ki…

TRT bile millet ve devlet çıkarlarına bekçilik yaparak, halkın saygısını öyle bir kazanırdı ki…

Adeta bir fikir ve düşünce özgürlüğü fışkırıyordu her bir köşeden…

Ne bir siyasal baskı korkusu vardı etrafta bugünkü gibi.

Ne de siyasal iktidara yaranma sevdası vardı etrafta bugünkü gibi.

Çünkü o günlerde bir başkaydı bizim memleketimiz!

Üniversiteler özgür özgür özerkti o günlerde.

Kendi seçer, kendi kendini yönetirdi üniversiteler.

Öğrenciler, üniversiteli olmanın gururu ve güveniyle girerdi sınıflara…

Onların da söz hakkı vardı. Onların da düşünceleri gündeme alınırdı zaman zaman…

Ne yöneten siyasetlere göre eserdi rüzgârlar oralarda…

Ne de yöneten siyasetlere göre bilimsellik yükselirdi oralardan…

Sayıları azdı o günlerde üniversitelerimizin;

Ancak çok saygındı çok… Hem yurtta hem de cihanda elbette.

Mezunları iş bulurdu, bugünkü gibi yıllarca sürünmeden...

Ya da akademisyen olurlardı; Sizden bizden ayrışmasına girmeden…

Hocalar, bilim adına hoca hoca dik duruşlarıyla…

Öğrenciler de ulusal duyarlılıklarıyla dimdikti elbette.

Demokratik tepkileri çok sert olurdu söz konusu millet ve devlet olunca…

Öyle bir kenetlenirdi ki öğrenci ve de hoca…

Bir demokrasi ve de özgürlükler ülkesinin güvencesiyle elbette.

Onlar korkmuyor, emekçiler korkmuyordu.

Çünkü 40 yıl önceki Türkiye’de:

İşçiler, özgürce sendikalı oluyor, özgürce toplu pazarlık yapıyor…

Özgürce Toplu İş Sözleşmesi imzalıyordu o günlerde.

Eğer anlaşma olmazsa, özgürce greve çıkıyorlardı.

Ülkenin her köşesinde ‘’ BU İŞ YERİNDE GREV VAR’’ yazısı asılır.

İstenilen haklar böylece alınırdı o günlerde.

Ya işyeri işyeri olarak…Ya da işkolu düzeyinde olurdu bu işler.

Yani bugünkü gibi tepeden tespitle emekçiye hak verilmezdi.

Bugünkü gibi, suskun sendikalarla sözde Toplu Sözleşme resimleri çekilmezdi o günlerde.

Sendikalar, sendika gibiydi bir yasal güvenceli…

İşçiler, bir saygın emekçiydi elbette bir sendika üyeli…

İşte böyle günleri bizler gürdük, bugünün gençliği görmedi.

Çünkü bugün, 40 yıl önceden oldukça geriyiz geri…

Kimi darbelerle alıp götürdü gerilere…

Kimi de siyasal baskılarla…

Kimi, iç hainlerle emperyalizmin oyununa gelip, kendi ülkesine yanlış yaptı.

Kimi de sandıklardan çıkacak oyun hesabıyla oturup kalktı.

Geride kalan 40 yılı çok arar bu ülke çok…

Çünkü zenginler daha zengin, fakirler daha fakir oldu bu 40 yılda.

Çünkü bir üreten Türkiye gitti. Bir tüketen Türkiye geldi.

Hem de tüm kurumları tartışılır olan…

Hem 40 yıl önceki dünya şanlısı ordusuna yanlışlar yapıldı.

Hem de 40 yıl önce güven veren emniyet ve de yargısına…

Medyamızın çoğu bir yanlı siyaset işiyle meşgul…

Çok azı da ancak millet ve de devlet işiyle meşgul…

Görünen o ki, öncelikler bir koltuk sevdasına göre ayarlı…

Bir iktidar olma tutkusuyla bir kin ve intikam dürtüsüne göre ayarlı…

Oysa 40 yıl önce böyle miydi?

Hiç böyle olmasına izin verilir miydi?

Çünkü 40 yıl önce, daha demokrat ve daha özgürdü bu millet!