Bu yazının; küçücük çıkarlar veya korkulardan ötürü ya da algı sorunu olanların dut yemiş bülbüle döndüğü bir dönemde KRAL ÇIPLAKKKK diyebilmek adına kaleme alındığını fark edeceğiniz ve bir anlamda İMDAT ÇIĞLIĞI olarak idrak edeceğiniz umudunu taşımak istiyorum...
*****

Bir dostunuz, 'seni muhteşem bir bir insanla tanıştıracağım' dese, üstelik tanıştıracağı kişinin son derece kibar, sevgi dolu, dürüst, omurgalı ve donanımlı bir insan olduğunu da sözlerine eklese; heyecanlanır ve sevinirsiniz değil mi?

Peki daha sonra karşınıza çıkan kişinin son derece dengesiz, ağzı bozuk, kaba, insanlara yukarıdan bakan ve önüne gelene çatan, kötülük yapma derdinde olan biri olduğunu görseniz; ne düşünürsünüz?
Dostunuz mu sizi aldattı, yoksa tanıttığı kişi mi yanlış biri?

Dostunuzun anlattığı kişi ile sizin karşınıza çıkan kişi bu denli birbirine aykırıysa, hiçbir nitelikleri uyuşmuyorsa kafanızda soru işaretleri harekete geçmez, acabalar sıralanmaz, kandırıldığınız hissine kapılmaz mısınız?

İslam dini ile özellikle öncü olarak ortaya çıkan müslümanların büyük çoğunluğunun durumu tam da böyle; anlatılan nerede, karşımıza çıkan nerede?

Daha açık bir deyişle, ikisinden biri kesinlikle doğru değil!

Peki neden?

Yüzyıllardır milyonlarca, milyarlarca insanın inandığı -en azından öyle sandığı- ve 'son din' iddiasında olan bir inanç bu kadar mı değişir, değiştirilir?

Allah'ın koruması altında olduğuna inanılan ve tek noktasının değiştirilemeyeceği önermesini taşıyan İslam dini, nasıl oluyor da böylesine özünden uzaklaşabiliyor, paramparça olabiliyor ve her bir farklılıktaki insanlar bir diğerini gözünü kırpmadan öldürebiliyor?

Akıl alır gibi değil, öyle mi?

Halbuki akıl ile bakılabilirse, objektif olarak ve hiçbir korku taşımadan irdelenebilirse hiçte öyle şaşılacak bir durum olmadığı görülür.
Nasıl mı?
Her dinin, doğal olarak İslam dininin de üç temel yönü var; 'inanma' yönü, bu alanın temellendirilmesi, akla uygunlaştırılması, 'ibadet' yönü ve 'ahlak' yönü; inanç, ibadet ve ahlak...

Buraya kadar anlaşılmayan bir şey olmadığını kabul ederek akıl yürütmemizi sürdürelim. Birinci kısım, yani inanma kısmı olmazsa otomatik olarak ikinci bölüm, yani ibadet, tapınma kısmı da yok olur. İnanma varsa tapınma sadece yaptırımlara kalır (ödül/ceza, sevap/günah, Cennet/Cehennem)...

İslam dininin ve diğer dinlerin asıl özünü oluşturan kısımları ise 'Ahlak' ögesidir. Çünkü insanların herhangi bir dine inanmaları belli amaçları da getirir. İslam dininde asıl hedef nedir, Cennet'e gitmek, değil mi? O zaman bu hedefe ulaşmak için yapılması ve yapılmaması gereken şeyler de var. Yani öyle yaşayacak, öyle şeyler yapıp eyleyeceksiniz ki Cennet'e girmeyi ve ilelebet orada kalmayı, oradaki nimetlerden sınırsız yararlanmayı hak edeceksiniz...

Bunun ölçüsü nedir biliyor musunuz?

İyi insan olmak!

İyi insan olmak için birinci ve ikinci kısımlar elbette önemlidir ama asıl belirleyici olan üçüncü bölüm, yani ahlak'tır. İyi insan olmak için iyi ahlaklı olmanız gerekiyor başka bir deyişle...

Şimdi de uygulamalara ve karşılaştıklarımıza şöyle bir bakın bakayım ahlak kısmı ne kadar kalmış şu anda uygulanan İslamiyetin...

* İslam dininde en büyük günah/suç 'Şirk'tir. Allah'a ortak koşmak kısaca. Bir insan Allah adına konuşuyor, kararlar veriyor, başkalarının yerini belirliyor ve de kendisinde 'Allah'ın bütün niteliklerinin olduğu' söylendiğinde asla sesini çıkarmıyorsa; başkaları da korkudan susuyorsa, bunun adı ne olur, şirk değilse nedir veya şirk başka nasıl olur ki!..
* Öte yandan, Allah'ın asla bağışlamayacağını açıkladığı günah/suç nedir? Kul hakkı yemek, öyle değil mi? Peki, inanıyorsanız Allah rızası için, inanmıyorsanız insanlık onurunuz için söyler misiniz; bu ülkeyi yönetenler ve aile efradları deveyi amuduyla götürürken yurttaşların en az yarısı sadakaya muhtaçsa; sistemin açıklarını kullanarak yöneticiler, köşe başlarını tutanlar haram paralarını kamyonlarla taşır, koyacak yer bulamazken; beş yıldızlı otellerde kuş sütü eksik sofralara karşı halk bir dilim ekmeğe muhtaç, çöpten yiyecek arıyorsa... burada kul hakkı yeme yoksa nerede var acaba?
Öğretmen olarak çalıştığım yıllarda Turgut Özal tarafından aylığımdan bana sorulmadan, onayım alınmadan, çıkarılan düzenleme ile bir anlamda yasa zoruyla beni konut sahibi yapma (!) amacıyla kesintiler yapıldı. Belli bir süre sonra kesintiler duracak ve kendi tasarrufumuzla birlikte kredi verilecekti. Ve bir süre sonra kesintiler durdu ama nedense T.C MEB'nın Çanakkale'ye bağlı Çan ilçesinde aynı adı taşıyan lisede çalışmış olmama rağmen bana ait kayıtlara rastlanmadı. doğal olarak hak edişlerim ödenmedi. Bunca zaman geçti üzerinden, defalarca itirazlar, sayımlar yapıldı ama benim payıma bir şey düşmedi...

Şimdi soruyorum -ve elbette asla helal etmiyorum, benim hakkımı yiyenler iftar saatinde domuz eti, it eti yesinler diyorum- Benim ve benim gibi yüzbinlerce insanın hakkını yiyen yöneticiler eğer gerçekten inanıyor iseler bunun hesabını nasıl verecekler? Bundan daha açık kul hakkı yeme örneği olabilir mi?

Diğerlerini kısa kısa geçelim:

Nüfusunun yüzde 99'unun müslüman olduğu iddia edilen bir ülkede en tepedekilerden başlayarak ve yaygın olarak...
* Hırsızlık yapılır mı?
* Gözü açılmadık yalanlar söylenir mi?
* Başka insanlar karalanır mı?
* Ölülerin arkasından konuşulur, kötü sözler söylenir mi?
* Gıybet edilir, dedikodu yapılır mı?
* Bir ülkenin yöneticileri kendi vatandaşları arasında ikilikler yaratır, birbirine düşman eder, nefret tohumları eker mi?
* Hiç 'Din' ile 'Kin' yan yana gelebilir mi?
* İslam inancında yuva yıkma var mı?
* Ah alma, insanların birliğini düzenini bozma doğru şeyler mi?
* İnsanları işinden aşından etme doğru bir ahlak mıdır?
* İnsanları hor görme, aşağılama, ötekileştirme gibi tutumlar düzgün bir ahlakta bulunabilir mi?
* İnsanların özel yaşamları, yatak odaları dahil her şeylerine karışma, yönlendirme ve bu anlamda baskılama hangi ahlakla bağdaştırılabilir?
* İnsanları başka insanlara hedef gösterme, birbirlerine düşürme hangi iyi ahlakla açıklanabilir?..

İyi bir insan ve aynı zamanda iyi bir müslüman olmanın temel koşulu olan bütün bu iyi niteliklerin yerine onların tam tersini uygulayan, olmadık dümenler çeviren, yapmadık kötülük bırakmayan sözüm ona islam temsilcileri; iyi ahlakı oluşturan niteliklerden kolaylıkla vaz geçerler de, varlıklarını sürdürebilme adına bazı şeylerden asla taviz vermezler...

* Kadınları sürekli kontrol altında tutabilme adına örneğin, 'başörtüsü', 'tesettür' gibi uygulamalarda asla esneklik göstermezler...
* Toplum polisi gibi 'namaz' takip ederler; kim kıldı, kim kılmadı, nerede kıldı, kimler gördü... kovalamacaları başlar. Sosyal ve ekonomik ilişkilerde, atama yükselme gibi kariyer uygulamalarında çok etkili oluyor çünkü...
* Ramazan ayı ile birlikte 'oruç tutma' revaçta oluyor bu sefer. Derken kuş sütü eksik sıralı yemeklerin sökün ettiği iftar sofraları başar...
* Bu gösterilerin temelinde ise 'itaatkar', 'itiraz etmeyen', 'karşı çıkmayan', 'sorgulamayan', 'boyun eğen' ve esas itibariyle soru işaretli cümle kurmayan nesiller yetiştirmek yatıyor..
* Bu nesillerin teknoloji kullanımını iyi öğrenmeleri de yeğlenir. Üreten değil, tüketen olmalarının yanı sıra gerektiği kadar işe yaramak da önemlidir zira...

Dikkat ediniz lütfen; en tepeden başlayarak 'iyi ahlak' esas alınmıyor, hatta ahlak ya öteleniyor ya da çıkarlara uygun hale getiriliyor ama ibadet önemseniyor. Çünkü ahlak iyi insan yetiştirmeyi hedeflerken, ibadet tek başına sadece boyun eğmeyi getirir...

Bir müslüman tek başına, cemaatle veya çoluk çocuğuyla birlikte ibadet edebilir elbette; ama hiç iyi ahlaklı bir müslüman çoluk çocuğuyla birlikte hırsızlık yapabilir mi?