AKP hükümetinin dış siyasette özellikle de Suriye konusunda izlediği yanlış politikaların bedelini bugün hem Suriyeliler, hem de biz ödüyoruz.

Muhaliflere Türkiye’nin silah desteği sağladığı yönünde iddialar sık sık gündemde.
Son olarak da Pulitzer ödüllü gazeteci Seymour Hersh’in, Suriye’deki sarin gazı saldırısının Türkiye ile bağlantılı olduğunu öne sürmesi de ülkemiz adına vahimdir.

Sonuç olarak 3 yıldır devam eden iç savaşta en az 140 bin kişinin öldüğü açıklandı.
Ne acıdır ki savaşta 12 bin çocuğun da yaşamını yitirdiği söyleniyor!

Suriye’deki kanlı savaşın sorumlu ve suçluları mutlaka bir gün tarih önünde yargılanacak.
Ancak bugün bu bedeli en ağır biçimde çocuklar ödüyor...

Resmi açıklamalara göre, Türkiye’deki Suriyeli mülteci sayısı 1 milyon.
Ancak bu rakamın sağlıklı olduğunu söylemekte mümkün değil.
Çünkü Suriye’deki savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınan mültecilerin sınır kapılarından resmi giriş yapmadıklarını biliyoruz.

Türkiye’ye kaçan mülteciler başta İstanbul olmak üzere pek çok ilimize gelerek burada yaşam savaşı veriyor. İstanbul’da sayıları o kadar artı ki, kentin bütün meydanlarında, alt ve üst geçitlerinde, cami avlularında, metrobüslerde, otobüslerde, metrolarda binlercesine rastlayabilirsiniz.
Suriyeli mültecilerin önemli bir bölümü dilencilik yoluyla geçimini sağlıyor.

Son olarak Halep’ten kaçarak İstanbul’a gelen yüzlerce Türkmen asıllı Suriyeli, Bayrampaşa Esenler Otogarı yanındaki arazide kamp kurdu.
Arazinin özel mülk olmasını ve ilçe halkının şikayetlerini gerekçe gösteren Bayrampaşa Belediyesi, ilçe emniyet müdürlüğü ekipleriyle birlikte mültecileri buradan gönderdi.
Başka illerde yakınları olanlar belediyenin sağladığı imkanlarla yakınlarının yanına gönderildi.
Ancak gidecek yeri olamayan ve kalacak yer gösterilmeyen çok sayıda Suriyeli mülteci ise İstanbul’da kaldı. (“Savaşta bile daha güvendeydik” başlıklı haberde detayını okuyabilirsiniz.)

Haberi hazırlarken görüştüğüm Suriyelilerden edindiğim izlenim şu ki, İstanbul’da kalanların durumu hiç de iç açıcı değil.
En büyük sıkıntıları açlık ve susuzluk olarak gözükse de, en büyük kaygıları çocuklar…
Çocukların hemen hepsi hasta, birçoğunun ayağında ayakkabısı dahi yok!
Belediye ile polisin boşalttığı arazide çuval üstünde oturan 4 kişilik bir aile gördüm.
Acılı babanın bana anlattığına göre, muhaliflerin baskısı sonucu 10 gün önce Halep’ten kaçıp İstanbul’a gelmişler.
Eşi ve kızı Kirazlı’da iş bularak çalışmaya başlamış ancak son 3 gündür kayıplar.
Polise ailesinin kayıp olduğunu bildiren baba, “Bana bu araziden git diyorlar ama gidemem karım ve kızım buradan başka bir yer bilmiyor. Ben gidersem döndüklerinde beni bulamazlarsa ailemi tamamen kaybederim. Zaten 2 çocuğumu savaşta kaybettim. Ama savaşta bile daha güvendeydik. Karımı ve kızımı bulduğum gün sonumuz ne olacaksa olsun Suriye’ye geri döneceğiz…” dedi.
Bu dramatik hikaye sadece tek bir ailenin hikayesi.

Bugün Türkiye’de en az 1 milyon mültecinin olduğu düşünüldüğünde sözün bittiği yerdeyiz.
Savaştan kaçan çaresiz insanlara sınırları açmakla büyük ülke olunmuyor.

Büyüklük, kucak açtığın insanlara en azından insanca koşullarda bir yaşam hakkı sunabilmekle olur.
Sokakta hasta ve aç çocuklar varken onların sorunlarını, dertlerini dert edinebilmektir büyüklüktür.