Gün ışığının solgun renkleri karşı yamaçlara yaslandığında, kapı önünde oturur, uzakları seyrederdim. Gün tutunmaya çalışır gibi ağaç dallarına düşer, ağır ağır kaybolur, yok olurdu. Her yer toprak rengine bürünüp, güneş bir başka diyarlara göç ederken,  gökyüzünde ay dede görünür, sanki bana gülümser, göz kırpardı. Uzaktan gelen çocuk seslerini duyardım. Ağlayan bebelerin seslerine üzülürdüm. Sessizlik kapladığında çevreyi tatlı bir huzur dolardı sokaklara. Ben eylül akşamlarını çok severdim. Okulların açılmasına az bir zaman kala, kitaplarımın tozunu alır, şiir defterimi tekrar kaplar, yeni çekilip henüz yaptırılmayan fotoğraf makinasındaki filmi çıkarır, çantamın en dip köşesine yerleştirirdim.

 

Eylül benim için biraz fotoğraf demekti.
Kimi geceler uyku tutmaz, yatağımın içinde dönüp dururdum. Bazen sıkıntıdan ne yapacağını bilemeden pencereden bakar, evin içinde gezinir, balkonda oturur, ay ışığında hayallere dalardım.

Eylül benin için biraz ay ışığında yalnızlık demekti.

Yaprak dökümüydü Eylül...

Anıların sarıp sarmalanıp hatıra defterinde saklandığı, yeni hatıra defterlerin satın alındığı dönemdi Eylül’ün bir diğer adı da.

 

Bir başka şehre göç demekti Eylül.

Babamın bir başka kente tayin edilmesi demekti.

Sevdiklerimden ayrılmaktı Eylül.

Çocukluğumun geçtiği o şehirden ayrılmadan bir gece önce, yine birlikteydik sevdiğim kızla.

İsmi Eylül’dü. Ben kendisine ‘Eylül Kız’ derdim.

Ellerime sarılmış, yalvarır gibi “gitme” diyordu. “Unuttun mu sözlerimizi? Hayallerimizi unuttun mu? Her şeyi olduğu gibi bırakıp nereye gidiyorsun?”

Her şeyi yüzüstü bırakıp gidiyordum...

Eylül, gitmek demekti biraz da...

“Gelirim bir gün”, demiştim.

Gitmek zorundaydım.

Kendim de inanmıştım bir gün geri döneceğime.
 

“Yalan” demişti. “Bu eylül ayrılığıdır, bir daha geri dönmezsin. Ayrılık olmayacak diye birbirimize söz vermiştik. Okul bitiminde ben çalışacak sen okuluna devam edecektin. Hani bir de kızımız olacaktı, unuttun mu?”

“Hayır, unutmadım”, demiştim. “Unutur muyum hiç?”

“İsmi ne olacaktı?”, diye sormuştu gözlerime bakarak. Gözleri ağlayacakmış gibi doluydu.

''Yaprak” demiştim. “Adını yaprak koyacağız. Sen Eylül, kızımız ‘Eylül Yaprağı’ olacak.”

“Evet”, dedi sözlerimi onaylarcasına. “Yoksa dönecek misin? Bir gün kaldığımız yerden devam edecek miyiz? Bu hayat bizim olacak mı?”

Hiç bir şey söylemeden uzaklara bakmıştım.

“Bu hayat bizim olacak mı?”
 

Güneş batmak üzereydi.

Dünyanın diğer yanında aydınlık başlıyordu.

Eylül biraz inanmaktı yaşamın büyüsüne.

Hayallere dalmaktı.
 

           

“Daha büyümedik bile”, dedi hüzün yüklü sesiyle. “Daha evlenmedik, çocuklarımıza isim bulduk. Daha bir araya gelemedik. Ve şimdi de gideceğini söylüyorsun. Nasılda kolay söylüyorsun.”

Kolay olmadığını ikimizde biliyorduk. Hiç bir şey kolay ve basit değildi.

Gitmekte zor, kalmakta imkânsızdı.

“Seni öpmek istiyorum” demiştim neşe olsun diye.

“Olmaz” dedi. “Günlerdir saatlerce yalnız baş başa kaldık ama beni öpmek istediğini hiç söylemedin o zamanlar. Elimi tutman yetiyordu sana. Oysa ben de öpüşmek istiyordum.”

Utanmış gibi başını öne eğmişti.

Eylül biraz çocuk olmak demekti.

Utanmaktı biraz. 
 

O akşam el ele tutuşup, büyük binaların gölgelerinden şehrin bütün sokaklarını dolaşmıştık. O şehrin bütün sokakları güzel anılarımızla süslenmişti. Kentin uzak mahalle araları, gecekondu evleri, çay kahvehaneleri, sokak araları, ağaç gölgeleri sevgimizle dolmuştu. Sahile inmiş, ayaklarımızı deniz suyuyla yıkamıştık. Çıplak ayakla kumların üstünde yürümüş, koşmuştuk.
 

Uzaklarda martılar çığlık çığlıktı.
 

Sanki martılarında kapılarını çalmıştı eylül ayrılığı, hepsi ağlıyordu gibiydi.

Eylül biraz çığlık atmak gibiydi, sessiz de olsa.

Biraz da ağlamaktı.

Bir başka kente yerleşip ayrılığın acısıyla uyumanın zor olduğu gecelerdi eylül.

Geceleri bir türlü uykum tutmuyordu...

Aşkların en güzeli de olsa, vedalaşmanın adıydı eylül.

İlk yaz çiçeklerinin, bahar coşkusunun mevsim dökümüydü.

Sonbaharın adıydı eylül.

Eylül, yaprak dökümüydü.

Coşkunun, sevdanın, duygunun, heyecanın yaşanıp, ayrılık anlarında susmanın adıydı.

Dudakların sustuğu anlardı eylül.

Bir adım yalnızlığa gitmekti.

Susmaktı eylül.
 

Hüznün yürekte çoğalmasıydı.

Acıydı, gözyaşıydı eylül.

Yaşamışsan eğer bahar aşklarını, eylül acı çekmenin zamanıydı.
 

Sanki bir şeylerin bedelini ödemek gibiydi.

Rüzgârın saçları dağıttığı rüzgârın adıydı eylül.

Eylül sevdiğim kızın adıydı.

Ve eylül ayrılık demekti.
 

Kimi zaman bir çıkış gibi gördüğümüz yol aslında bizi bir uçurumun kenarına götürebiliyordu..

Yüreğimizin tamamını dolduran sevdamız gün geliyor yerlerinde yeller esebiliyordu.

İnsan birçok şeyi kazanıp sonrada kaybedebiliyordu.

Ve yok olanların yerlerini dolduramıyorduk.

Zaten geriye ne kalıyor ki, koskoca bir yalandan başka.

Bu gerçek insanlığın tarihine bakıldığında anlaşılıyor ama bizler hayatın bu gerçek yanını göremiyorduk.

Yaşayıp gidiyorduk.

Eylülün ortasında dalından düşen bir yaprak gibiydik.

Sadece kuru bir yaprak…