Diyanet Işleri Başkanlığı Din Işleri Yüksek Kurulu, 17 Aralık'ta patlak veren Türkiye'yi derinden etkileyen yolsuzluk operasyonundan sonra bir açıklama yaptı. Diyanet, Müslüman'ın, kazancını dinin meşru saydığı yollarla elde etmekle yükümlü olduğunu vurgulayarak,"Allah, Müslüman'ın malını nerelerde harcadığını soracağı gibi, nerelerden kazandığını da soracaktır. Dinin haram saydığı maddelerin ticareti, hırsızlık veya gasp, kumar, faiz ve fuhuş dinin yasakladığı kazanç yollarından bazılarıdır. Bu yollarla elde edilen kazanç haramdır. Müslüman’ın bu mallardan yararlanması caiz değildir." dedi.

"HARAM PARA İLE HAYIR İŞLERİ YAPILMAZ"

Bir vatandaşın 'Dinin haram saydığı yollarla kazanılan malın cami inşası ve tefrişi gibi hayri hizmetlerde kullanılması caiz midir?' sorusunu cevaplandıran Din Işleri Yüksek Kurulu, haram yollardan elde edilen gelirle hayır işlerinin yapılamayacağını, yapılsa bile bu hizmetlerden sevap beklenilmemesi gerektiğine hükmetti.

İÇİNDE İNŞAAT GEÇEN KARAR

Kurul kararında, "Dinimize göre Müslüman, kazancını dinin meşru saydığı yollarla elde etmekle yükümlüdür. Allah Müslüman'ın malını nerelerde harcadığını soracağı gibi, nerelerden kazandığını da soracaktır. Dinin haram saydığı maddelerin ticareti, hırsızlık veya gasp, kumar, faiz ve fuhuş dinin yasakladığı kazanç yollarından bazılarıdır. Bu yollarla elde edilen kazanç haramdır. Müslüman’ın bu mallardan yararlanması caiz değildir. Bir kimsenin elinde bu yollardan birisi ile elde edilen bir mal varsa, onu; 'haram yolla elde edilen kazancın sarf yeri yoksula vermektir' kuralı gereği, yoksullara vermesi gerekir. Ancak bundan bir sevap beklemek doğru değildir.

Çünkü haram yolla elde edilen kazanç, kişinin malı olmaz. Malı olmayan bir şeyi hayri bir hizmette kullanması karşılığında sevap beklemesi de mümkün değildir. Haram kazançla satın alınan halı üzerinde veya inşaatına haram maldan da sarf edilen camide namaz kılındığında bu namaz sahihtir. Çünkü buradaki mahzur, namazın kendisi ile ilgili değil, onu çevreleyen başka bir husus ile ilgilidir. Bir mekanın veya elbisenin dinen meşru olmayan bir yolla kullanılması, namazdan ayrı bir husustur." ifadeleri yer aldı.

"ALLAH'IN HUZURUNA KUL HAKKIYLA ÇIKMANIN AĞIR VEBALİ VARDIR"

Din Işleri Yüksek Kurulu, "Kul hakkı yemenin hükmü nedir? Kul hakkı nasıl ödenir?" sorusunu da cevaplandırdı. Hz. Peygamber'in (sas) üzerinde kul hakkı bulunan kişilerin, hak sahibi olan mazlumlardan helallik almalarını öğütlediğine dikkat çeken Kurul, bunun yapılmaması durumunda haksızlık yapan kişinin salih amellerinin, haksızlığı ölçüsünde alınarak hak sahibine verileceğini, eğer verilecek Salih Amel bulunamazsa o zaman da mazlumun günahlarının zalime yükleneceğini belirttiğini bildirdi. Kurul şu açıklamada bulundu: "Peygamberimiz (sas), imkanı olduğu halde zamanı gelmiş bir borcu ödemeyenlerin kul hakkını ihlal ettiğini şöyle ifade eder: 'Ödeme gücü olan zengin kişinin, ödemeyi ertelemesi zulümdür.' Görüldüğü üzere kul hakkı, kişinin Cennet ya da Cehennem’e gidişinde önemli ölçüde belirleyici bir rol oynamaktadır.

Allah’ın huzuruna kul hakkı ile çıkmanın, çok ağır bir vebali vardır. Çünkü böyle bir günahın Allah tarafından bağışlanması, hak sahibinin affetmesi şartına bağlanmıştır. Hak sahibi, hakkını almadıkça veya bu hakkından vazgeçmedikçe, Allah kul hakkı yiyenin bu günahını affetmemektedir. Çünkü ilahi adalet, bunu gerektirir."

"HIRSIZLIK PARASI SADAKA OLARAK VERİLMELİ"

Peygamber Efendimiz'in (sas) Veda Hutbesi'nde; 'Ey insanlar, sizin canlarınız, mallarınız, ırz ve namuslarınız, Rabbiniz'e kavuşuncaya kadar birbirinize haramdır (dokunulmazdır)' buyurduğunu hatırlatan Din Işleri Yüksek Kurulu, gasp, hırsızlık veya izinsiz alma gibi yollarla elde edilen haram para veya mal, sahipleri biliniyor ise kendilerine yahut mirasçılarına, bilinmiyor ise fakirlere veya hayır kurumlarına onların namına sadaka olarak verilmesi gerektiğine hükmetti.

"TÖVBE EDİN AF İSTEYİN"

Açıklamada, "Yapılan bu kusurlardan dolayı da Allah’tan af ve mağfiret dilenmelidir. Mal ya da darp gibi şeylerle ilgili olmayan gıybet, bühtan gibi hak ihlallerinde en doğrusu, hak sahibine durumu anlatıp helalleşmek olmakla beraber, her zaman bu şartı yerine getirmek mümkün olmadığından ya da insanlar bundan çekindiklerinden, kendi adına tövbe edip, hak sahibi namına da istiğfar etmek, dua etmek ya da hayır hasenat yaparak sevabını ona bağışlamak, bu tür hak ihlallerine keffaret olur." denildi. 

Editör: Haber Merkezi