Eğer bir ülkede:
Devlet adamları, sosyolojik bir iletişim dili yerine…
Matematiksel bir iletişim dili kullanarak:
Çarpar… Çıkarır… Toplar ve Bölerse…
O ülkede sıfırların çarpımı hep sıfır olur.
Çünkü sayısal değerlerde insan unsuru şarttır.
Mademki insan…
Öyleyse bir tutam insancıl işler…
Nefes verecek, asla germeyecek, huzur ve güvenli işlerden…
İçinde özgürlük ve adalet olan…
Azınlıktaki birileri tok yatarken…
Çoğunluktaki herkesin aç yatmayacağı işlerden…
Bir sosyal barışın,  Güneş gibi ışık saçarak ısıttığı işlerden…
Evet, konumuz insanlar üzerine;
Hem de vatandaşın: ‘’Bundan başka İstanbul yok’’ dediği yerde.
Yani Türkiye’deki insan manzaralarına ayna olan; İstanbul’da…
Şöyle ki:  
Kaynarca-Tavşantepe  Metrosu yeni hizmete girdi.
Dedik buradan binip Kadıköy’e gidelim.
Bakalım yeni haliyle nasıldır?
Bize E-5’in vahşi trafiğini unutturacak mı acaba?
Aynen öyle yaptık;
Oldukça aşağıya inip, aracı bekledik.
Geçen kısa süre içinde metroyu bir güzel incelemeye aldık elbette.
Doğrusu şu ki iyi işler yapılmış…
İyi emek verilmiş…
Yeni olmasına rağmen, başarılı sonuç alınmıştı.
Kısacası: Beğendik.
Sonra araç geldi, derken binip oturduk.
Bu kez de aracın lükslüğü dikkatimizi çekti.
Diğer yerlerdeki ve şehirlerdeki araçlara göre çok lükstü.
Pendik İstasyonundayız:
Burası da Tavşantepe ile birlikte yeni açılmıştı.
Bir de orayı kısa sürede incelemeye aldık;
Gördük ki burası da öyle, yani süper bir istasyon.
Metro istasyonlarıyla araç üzerine notumuz olumluydu.
Tıpkı, Osmangazi ve Yavuz Sultan Selim Köprüsü gibi…
Hem de Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nün uzaklığıyla…
Çevreye verdiği zarar rağmen olumluydu notumuz.
Çünkü köprü bu, her zaman diliminde işe yarar.
Keşke Marmara Bölgesi’ne yapılanların onda biri, başka bölgelere de yapılsa…
Mesela her ilimizin özelliğine göre getirisi olacak işlerden yapılsa…
İstihdamı çözecek, üretime katkı sağlayacak işlerden…
Neyse biz yine dönelim Tavşantepe-Kadıköy Metro hattına;
Bu kez de metroya binen insanlar üzerine olan gözlemlerimize…
Hem de İstanbul’u iyi tanıyan iyi bilen gözlerimizle…
Çünkü yüksek öğrenim için geldiğimiz İstanbul’da 47. yıla girdik.
Nerdeyse ortalama bir az gelişmiş ülke insanın ömrü kadar.
Bu tecrübeyle eski İstanbul’u bir film şeridi gibi geçirdik gözümüzden.
İnsanlar ne kadar da mutluydu.
Meydanlardan toplu taşıma araçlarına yansırdı tebessümler.
Halk huzurlu ve güvenliydi o vakitler…
Ne kılık kıyafetle ayrışmıştı… Ne de siyasal yandaşlıkla…
Ne işsizlik ve açlık korkusu böylesine tavan yapıyordu.
Ne de adaletsizlik mengenesi sıkardı ruhları…
Ölümlerin adı şehit değildi her gün her gün…
Herkes zırhsız araçlarla dolaşırdı ülkeyi adım adım…
Oysa şimdi yüzler gülmüyor; Hem de ülkeme ayna olan İstanbul’da.
İster meydanlar ve nice mekânlarda, isterse metroda.
Baktık ve de gördük; İstasyon istasyon… Vagon vagon…
Öyle bir huzursuz, öyle bir mutsuzdu ki insanlar…
Sanki felaketlerinin en kötüsünü yaşıyor gibiydiler.
Elbette ki olmalıdır metrolar, köprüler ve de yollar…
Elbette ki dolaşmalıdır orada güler yüzlü insanlar…
Peki, ya yüzler gülmüyorsa…
Peki, ya bu yapılan işlerde insan unsuru unutulursa…
Öyle ya; Neyleyim içinde insan unsuru olmayan değerleri…
Çünkü metrodakiler öyle mutsuzdu ki…