İstanbul Küçükçekmece’de bulunan Elite World Otel’de İstanbul Büyükşehir Belediyesi(İBB) tarafından üretimin desteklenmesi, planlanması ve ürünlerin pazarlanması için ‘’Tarım Çalıştayı’’ düzenlendi. Küçükçekmece Belediye Başkanı Kemal Çebi’nin ev sahipliğini yaptığı çalıştaya İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun yanı sıra Muğla, Mersin, Eskişehir, Antalya, Ankara, Çanakkale, Adana, Aydın, Hatay, İzmir ve Tekirdağ Büyükşehir Belediyeleri’nden temsilciler katıldı. Açılış konuşmasını yapan İmamoğlu, ‘’Tohumu bu topraklarda keşfedilen en temel ürünleri bile ithal eder duruma geldik’’ diyerek, ülkede yaşanan dengesiz göç, çarpık kentleşme, yoksulluk gibi kavramların sebebinin tarımsal üretimin olmayışından yani tarımın dışa bağlı hale getirilmesinden kaynaklandığını belirtti.

İMAMOĞLU ‘’RUTİN BELEDİYECİLİK YAPMAMIZI BEKLEMESİNLER’’

Bu tarz çalıştayları düzenleme amaçlarının Türkiye’ye hangi konularda nasıl fayda sağlarız düşüncesi olduğunu belirten İmamoğlu, ‘’ 11 Büyükşehir Belediyesi olarak buradayız. Türkiye’nin bu kadar büyük nüfusuna sahip ve potansiyeli yüksek olan kentlerinin rutin belediyecilik hizmetleri yapması asla beklenemez. Dolayısı ile sorumluluğumuzun büyük olduğunu biliyoruz. Bu manada tarımı, teknolojiyi konuşuyoruz. Aynı zamanda eğitimi de konuşmamız gerekiyor.İnsanların bu kadar kentleşmenin etkisinde yaşadığı bir ortamda eğitim alanında da bizlerin bir felsefe geliştirmesi gerekiyor. Özellikle belediyeler olarak hangi eksik ve açığı kapatabiliriz diye fikirler ortaya koymak zorundayız. Türkiye’de konu merkezi hükümetindir diyip iki adım geriye çekilecek Büyükşehir Belediyeleri asla değiliz ve olamayız. Her konu bizim konumuz olmalıdır ve muhattabıyız. Elimizden geleni yapmak zorundayız’’ dedi.

‘’KADİM TOPRAKLAR ÜZERİNDEN DÜNYA’YA MESAJ VEREBİLMELİYİZ’’

Kentlerde ve kırsallarda insanların büyük yoksulluklar yaşadığına değinen İmamoğlu, ‘’Nereye gidersek gidelim bunu gözlemliyoruz. Anadolu, Trakya dediğiniz zaman, tam da bu neolotik devrimin başladığı toprakların üzerindeyiz. Tarım devriminin, tarımın başladığı toprakların üzerindeyiz. 10 bin yıl önce, bu topraklar tohumun keşfedildiğini görmüş. Buralarda çiftçilik başlamış. Yerleşik yaşam ve uygarlıklar bu topraklar üzerinde gelişmiş. Şunun farkında olmalıyız ki, tarım ile ilgili olarak sadece ülke için değil, dünyaya mesaj verebilme potansiyeline sahip topraklar üzerindeyiz. Bu bereketli toprakların üzerinden, ‘‘Su kanalı geçireceğim, şunu yapacağım’’ gibi anlamsız oynamaların ya da bu kadar verimli toprakları yok etme düşüncesi yerine, dünyaya geleceğin tarımı adına mesajlar verebilen, teknolojik ve tarımsal gelişimi sağlayan adımları atma mecburiyetine sahibiz. Ben kendimi, 10 bin yıllık tarihin sorumlusu bir belediye başkanı olarak görüyorum. Bu topraklarda yaşayan ve görev alan her bireyin de 10 bin yıllık kültürün bugünkü temsilcileri olarak; Anadolu’ya, Trakya’ya ihanet etmeden işini yapma mecburiyeti olan bireyler olduğumuzu düşünüyorum’’ diye konuştu.

17 YILDA 700 BİN ÇİFTÇİ AZALIMI VAR

Tarımda ithalatçı bir ülke durumuna gelindiğinden bahseden İmamoğlu, ‘’Tohumu bu topraklarda keşfedilen en temel ürünlerin ithal edildiği bir duruma geldik. Bu, bizim için çok üzücü. 17 yılda ekim alanlarımızda 30 milyon dönüm, çiftçi kayıt sistemine dahil çiftçi sayısında 700 bin kişi azalma var. Yurttaşlarımıza, yeteri miktarda sağlıklı gıdayı sağlama konusunda ne kadar iş yapmamız gerektiğinin de önemli bir verisi. Çiftçi sayısının azalmasını, kır-kent dengesinin bozulmasının yanı sıra bu durum aynı zamanda ülkemizdeki sağlıksız yapılaşma ve binalaşmanında tetikleyicisidir. Dengesiz göç, insanların bir tarafta mutsuz olup, diğer tarafa sığınmacı gibi gitmesi, kente o şekilde ulaşması, orada yapılaşmayı da yaşamı da niteliksiz hale getiriyor. Türkiye’de kırsal alan ve köyler, hızla boşalıyor. Ülkemiz, bu manada gıda güvenliğini de yitiriyor. Buna seyirci kalmayacağız. Kırsal niteliği ağır basan mahallelerimizin kent refahından yararlanmaları için gerekli altyapı ve üstyapı çalışmalarına başladık. Tüm Türkiye’de, kentsel ve kırsal yaşam arasında bir dayanışma ağı kuruyoruz.’’ diye belirtti.

“SAĞLIKLI VE UCUZ GIDA ERİŞİMİNİ SAĞLAMAK NİYETİNDEYİZ”

Halk Marketleri ve Halk Lokantaları konusunda yapılan çalışmaları çok önemsediklerini söyleyen İmamoğlu, ‘’Bunları, İstanbul’un 39 ilçesinde yaygınlaştırmanın bir felsefesini oluşturuyoruz. Sağlıklı ve ucuz gıda erişimini sağlamak niyetindeyiz. Başta öğrencilerimizin, asgari ücretle bu kentte geçinmeye çalışan insanlarımızın sağlıklı beslenmesi konusunda da onlara katkı sunan, çok yenilikçi projelerimizi hayata geçireceğiz. Titizlikle düşünülmüş, katılımcı bir anlayışla çerçevesi çizilmiş, İstanbul Büyükşehir tarım ve gıda politikalarını sizlerle paylaşmaktan gurur duyuyoruz. Benzer modelleri, şüphesiz kendi özgünlükleri içinde tüm belediyelerimiz ortak bir anlayışla yaşama geçirdiğinde, bu modelin çalışacağından ve sorunları sistematik biçimde ortadan kaldıracağından eminim. Elbette biz hükümet değiliz, bakanlık değiliz, kanun çıkarma yetkisine sahip değiliz. Böyle bir haddimiz, hakkımız yok. Elimizdeki imkanlarla, bu süreci bir prototip gibi, nasıl düzenlenebileceği ve şekil verilebileceği konusunda sağlıklı bir model geliştirdiğimizde, diyeceğiz ki; ‘Ey Ankara bak; böyle bir model var. Bunu, siz uygulayabilirsiniz.’ Aslında bu işin, bu aşamasındayız” dedi.

‘’KANAL İSTANBUL BİR TRAVMA’’

Bir gazetecinin ‘’Kanal İstanbul’’ gerçekleşirse, İstanbul’un tarım arazilerinin bundan nasıl etkileneceği sorusuna cevap veren İmamoğlu, ‘’ İstanbul’un mevcut tarım alanının neredeyse yüzde 10 civarındaki kısmını Kanal İstanbul yok ediyor. Şehirleşme etkisi? Bu zaten tahmini mümkün olmayan bir seviyeye doğru gider. Kanal İstanbul bir travma. Kanal İstanbul, öyle stratejik bir proje falan asla değil. Kanal İstanbul, bir emlak işi. Emlak geliştirme işi. Yani; ‘Yaparız, satarız, para kazanırız!’ Bakın bu kadar net söylüyorum. Efendim Boğaz geçişiymiş, Boğaz’ı korumaymış… Hayır! Bu kadar uzun yıllardır analiz ettiğim, her yönüyle insanı dinlediğim, serbest piyasadan, bu işi yapan inşaatçı firmalardan, başka kurumlara kadar… Takip ettiğim bilim insanlarından dinlediğim kısmıyla bunu tarif ediyorum: Suyunu yok edecek. Tatlı su rezervlerini ciddi anlamda etkileyecek. Aynı zamanda, oluşturduğu 8 milyon insanı hapsettiği ada, toprağa verdiği zarar, depremle ilgili oluşturduğu tehditleri üst üste koyduğunuzda büyük bir travma… Düşünülmesi bile benim uykularımı kaçırıyor. İnşallah tüm hukuksal çabamızla bu işi engelleyeceğiz. Tabii ki toplumun da iradesiyle engelleyeceğiz. Toplumun bunu reddettiğini ve istemediğini görüyorum. Siyasi mekanizmalar üzerinden ‘olur’ veren halkın da vicdanen ‘olur’ vermediğini de biliyorum ben. Hissediyorum bunu. Yani, siyasi tarafı olduğu parti desteklediğinden dolayı, ‘Evet’ diyor ama vicdanının bunu kabul etmediğini biliyorum. Deprem konuşmamız lazım. Depremle hiç alakası olmayan, bu kentte yeni bir şehir var etme çabası içerisindesiniz. Neredeyse 1 milyon 100 bin tanımlı var orada, bence 2 milyonu aşar. Daha bu şehirde on binlerce riskli yapının sorununu çözemedik. Bunu çözelim. Bu masada konuşulacak konu o. Kanal İstanbul masası yıkılmıştır. Bence yıkılmıştır. Bakın, her gün sallanıyoruz. Depremi konuşacağız. Yüz binlerce insanın canını konuşacağız, malını konuşacağız. Bu ülkenin ekonomisini konuşacağız. Tekrar söylüyorum. İstanbul depremi eşittir, bu ülkeye en an 400-500 milyar dolar. Niye 400-500 milyar dolar? Bir günlük zararı tariflemiyorum burada. Yıllara sarih bu ülkenin depresyonunu, ekonomik kayıplarını, moralsizliğini üst üste koyduğunuzda bu rakam bile az kalır. Bu kadar büyük bir tehdidi siyasi malzeme yapmayın. ‘Emredin gelelim’ diyorum. Her yerde söylüyorum. Bu kadar ağır söylüyorum. Talimat verin, gelelim. Bütün egolarımızı bu masanın üzerinden sıyırıp, atalım. ‘Ben, o masanın hamalı olmaya hazırım’ diyorum. Ben, o masanın her konuda mücadelesini veren insan olmaya da hazırım. Kahramanı kim olacaksa olsun, umurumda değil. Bu millet kurtulsun yeter’’ dedi.

Tolga ÖZDEMİR - KENT YAŞAM

Editör: Haber Merkezi