Neoliberal düzenin içine girdiği çıkmazı ülkemizin en köklü sanayici ailesinin bir ferdi olan Ali Koç’da görmüş ki, Antalya’da G20 zirvesi öncesi iş dünyasının bir araya geldiği B20 toplantısında, “Eşitsizliğin ortadan kalkması için kapitalizmin ortadan kalkması gerekir. Ben en azından eşitsizliğin minimum seviyeye indirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Gerçek sorun kapitalizmdir” ifadelerini kullanmıştı. Devamında da “Merkez bankalarıyla hükümetlerin gösterdiği yoğun gayretlere rağmen finans piyasaları hala hassas, ekonomik büyümeyse cansızdır. Yeni bir modele ihtiyacımız var” diyebilmiştir. Ayrıca “Büyümeden elde edilen kazanımlar toplumun tüm kesimlerine fayda sağlayacak şekilde yaygınlaştırılmalı ve sosyal kalkınmaya hizmet etmeli. Bu da ancak ekonomik ve sosyal politikaların bir arada gözetilerek tasarlanmasıyla gerçekleşebilir.” demişti. Koç’un bu konuşması sosyal pazar ekonomisi için bir çağrı niteliğinde olduğu açıktır. Bu değerlendirmeyle de yalnız değil, örneğin Forbes gibi bir dergi bile 2013’te “Kapitalizm ölüyor mu?” diye sorabilmişti.

‘EVET’ DÜNYA DÜZENİ ÇATIRDIYOR

Burada can alıcı soru mevcut durumun yerine ‘Ne koyabileceğiz?’ sorusudur. Neoliberalizm kendini kurtarabilmek adına faşizmi mi destekleyecek? Ya da dünya tekrar solla birlikte daha dengeli bir model bulabilecek mi?

Çare nasıl ki neoliberalizm ve faşizm değilse, Çin’in Manchester komünizmi ve Demir Perde ülkelerinin eski formülleri de değildir. Yunanistan’ın iktidar partisi Syrzia’nin sol kanadından ve Marksist eski Maliye Bakanı YannisVaroufakis bile “Bu kapitalizmi kurtarmamız lazım” diyebilmiştir. Ama nasıl bir kapitalizm, nasıl bir sosyalizm? Almanya sosyal demokrasinin kurucularından Ferdinand Lassale da sosyalizmi şöyle tarif ediyordu “Sosyalizmin hedefi özel mülkiyeti ortadan kaldırmak değil tam tersine emeğin karşılığı olan özel mülkiyetin hakkını vermektir.” Sosyalizm ne Sovyetler’de, ne de Çin’de, ne de her hangi başka yerde komünizmi yaratamadı. Adil ve eşit bir toplum bile yaratamamıştır. Hatta devlet terörüyle milyonlarca insanın ölümüne sebebiyet verdi.

Ama gerçek şudur ki sosyalizmin üzücü gelişimine rağmen, geçmişte kapitalist dünyayı rekabetinden dolayı daha adil bir yer haline getirebilmiştir. En azından sosyalizm çöküşüne kadar bu böyle idi. Sosyalist ülkelerle rekabet eden kapitalist ülkeler daha sosyal olmaya zorlanmıştır. Batı Avrupa’da sosyal devlet kazanımları herkese refahı getirebilmişti. ABD’de bir zamanlar sanayi şehri Detroit’de bir işçi ailesi müstakil bahçeli evde yaşayıp, güzel araba kullanıp, güzel yerlere tatile gidebilecek kadar iyi bir hayata sahipti. Ama artık öyle bir şey yok. ABD orta sınıfı çöktü. Bu dediğimden şüphe duyan, BreakingBad gibi dizilerde bu inişi inceleyebilir.

‘SOSYALİZMİN ÇÖKÜŞÜYLE NEOLİBERALİZM YÜKSELİŞE GEÇTİ’

Eskiden daha adil bir sistem vardı. Bugün bize inanılmaz gelse bile 20. yüzyılın 1950’li yıllarına kadar ABD’de en yüksek gelir vergisi dilimi yüzde 90’daydı ve İngiltere’de bu oran nerdeyse %’100’e yakındı. Ama bu sosyal düzen, sosyalist ülkelerin çöküşüyle birlikte söndü. Akabinde neoliberal düzenin engelsiz yükselişi sürdü. Bugün görebiliyoruz ki kapitalizmin zaferi kendi ölümünü de hızlandırmış görünmekte.  Dünya ekonomisini bir tahterevalliye benzetebiliriz. Bu tahterevalli de sosyalizm dengesini kaybederek yere düştü. Kapitalizm de havada kalarak kendini zirvede asılı bulunca zafer kazandığını düşündü. Dünya sahnesinden yani tahterevalliden sosyalizm inince kapitalizmin dengesini kaybederek şiddetle yere çakılmak üzere olduğunu görebiliyoruz. Karl Marks’a göre dünya ekonomisi sermayenin eksikliğinden dolayı değil ama sermaye fazlalığından çökecektir. Bu değerlendirmeye 2007/2008 dünya finans krizinden beri sayılı ekonomistler de katılmakta.

KARL MARKS’I TEKRAR OKUMAK GEREKİR

Karl Mark’sın fikirlerini paylaşırsınız, ya da paylaşmasınız ama kapitalist sistemin çöküşüyle öngördüklerini ciddi alsanız daha iyi edersiniz. Çünkü bir ekonomi bilim insanı olarak ortaya koyduğu öngörüleri tek tek çıkıyor. İnanmıyorsanız gelin beraber bir bakalım.  Marks, sürekli daha fazla kâr etmeye dayalı sistemin sonunda kendi çelişkilerinin kurbanı olup çökmesinin kaçınılmaz olduğunu savunur. 2001 ve dünyada 2007/2008 finans ve banka krizlerinden sonra banka borçlarını toplumlaştırma operasyonlarına Karl Marks da herhalde şaşırmazdı. Bu esasında yükü sade vatandaşlara bölüştürmekti. Yani kazanç bizim, zarar sizin mantığı. Devletleştirmeye karşı olan neoliberal düzen bocalayınca ve ucu elitlere dokununca nasıl da tutum değiştirebildiğini ve kendi ideolojisiyle çelişkiye nasıl düştüğünü görebildik. Finans sisteminin borçları ve riskleri devletler tarafından absorbe edildi. Hâlbuki neoliberallere göre sınırsız kuralsız bir pazar ekonomisi her şeyi en iyi kendisi düzeltebiliyordu. Yeter ki devlet hiç bir şeye karışmasın deniyordu. Vatandaşların sosyal ihtiyaçlarının karşılanmasına karşı olan bu düzenin ucu kendisine dokununca nasıl da prensiplerinden vazgeçebildiğini hep beraber yaşadık.

NASIL BİR SİSTEM OLMALI?

Esasında her ekonomik model uzun vadede var olabilmek için bir dengeye, bir karşıta ihtiyaç duymaz mı? Newton’un etki tepki yasasında olduğu gibi.  Aristoteles’in ekonomik düşüncelerinde özel mülkiyetin korunması fikri yer alır. Çünkü mantık Aristoteles için önemli bir kriterdir. Özel mülkiyeti savunan Aristoteles, ticaretin temel amacının kar elde etmek olduğunu savunur. Ama Aristoteles bunu bir risk olarak da görür ve kâr hırsının toplum için tehlike olduğunu savunur. Milattan 384 yıl önce doğan Aristoteles’in ekonomi için düşüncelerini bu mantık üzerine oturtmuştu. Peki, bugün ki kapitalist sistem ne kadar mantıklı?

‘KONTROLSÜZ KÂR, KÂR DEĞİLDİR’

Aristoteles’in de savunduğu gibi özel mülkiyetin, özel teşebbüsün de mümkün olduğu bir sistem olsun. Ama finans piyasasının dünya ekonomisini kuralsız bir şekilde bir casinoya çevirmesine de izin verilmemelidir. Sadece kar hırsının değil insani politikaları merkezine alan ve bunları kuralarıyla şekillendiren bir düzen olmalıdır. Sosyal devlet yapısıyla, eşitsizlikleri kaldıran ve dengeleyen bir sistem düşünelim. Bütün bunları da özgürlükçü demokrasiyle taçlandırmak, işte sosyal demokrasi budur. Kontrolsüz güç, güç değildir derler. Kontrolsüz kâr da kârlı(yararlı) değildir toplum için.

SAĞ HÜKÜMETLER BİLE SOSYAL DEMOKRASİ PROGRAMINI KULLANDI’

Sovyetlerin modeli dengesizdi ve çöktü ama şu anda da kapitalist düzen de dengesizliğinden dolayı çökme tehlikesiyle karşı karşıya. Buna karşın 2. Dünya Savaşı’ndan 1980’e kadar Batı daha dengeli ve daha sosyal bir ekonomi modeline sahipti. İkinci Dünya Savaşı sonrası dünya kapitalizmi, İngiliz tarihçi EricHobsbawm’ın “Altın Çağ” olarak adlandırdığı yeni bir döneme girmiştir. Bu dönem küresel merkez ülkelerin sosyal demokrasisi için de bir altın çağ olmuştur. Merkez ülkelerin birçoğunda sosyal demokrat partiler seçimleri kazanarak ya tek başlarına hükümetler kurmuş ya da koalisyonlara ortak olmuşlardır. Muhafazakâr partilerin yönetimde olduğu ülkelerde ise sosyal demokrasinin ilkeleri ve programı muhafazakâr hükümetlerce uygulanmış ve toplumsal vatandaşlık ve refah devleti anlayışı, muhafazakar hükümetlerin döneminde bile hegemonik hale gelmiştir. Bu uygulamalar sosyal güvenlik, sağlık, eğitim ve konut politikası alanlarında etkin devlet müdahalesinde kendisini göstermiştir. Aile ödenekleri, tam istihdam, herkes için sağlık hizmeti, ücretsiz eğitim, sosyal sigortalar yeni dönemin en önemli uygulamaları olmuştur. Bu düzen neoliberaller dengeleri altüst edene kadar da sürdü.

‘NEOLİBERAL TAHRİBAT EN ÇOK GELİR PAYLAŞIMINDA GÖRÜLDÜ’

Bu dengenin yıkılmasını anlamak için gelin bir kaç istatistik veriye bakalım. Ekonomistler Thomas Piketty ve EmmanuelSaez’e göre 1993’den 2017’ye kadar ABD’de en üst %1 servet grubunun enflasyondan arındırılmış reel gelir artışı % 95,5 idi ve buna karşın kalan % 99’luk grubun gerçek gelir artışı sadece % 15,5’te kalmıştır. Buna karşın 1940’dan 1970’e kadar halkın % 95’i %100’e yakın reel bir gelir artışı yaşamış. Ama gelir dengesizliğinin makası 1980’den sonra daha hızlı açılmış ve günümüzde tekrar 1920’li yılların seviyesine gerilemiş. ABD’deki bu neoliberal tahribat bütün dünyaya da yayıldı. Örneğin Avrupa İstatistik Ofisi (Eurostat) 2017 yılına ait Gelir ve Yaşam verilerine göre 34 Avrupa ülkesi içinde gelir dağılımı eşitsizliği sıralamasında Türkiye ikinci sırada yer aldı. Türkiye’de en zengin yüzde 20’lik nüfus, toplam gelirin neredeyse yarısını (yüzde 47,4) alıyor.

‘TOPLUMSAL EŞİTSİZLİKLERİN ÇÖZÜMÜ SOSYAL DEMOKRASİDİR’

Bu durumu sosyolog HeinzBude’nin değerlendirmesi özetliyor: “Sosyalizmin devlet başarısızlığının karşısında eşit olarak kapitalizmin pazar başarısızlığı durmakta.” Bu dengesizliklere cevap verebilen tek ideoloji sosyal demokrasidir. Sosyal pazar ekonomisi tahterevalliyi dengede tutan yapıdır.Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetimiz de CHP iktidarında bu istikamette başarılı bir şekilde ilerlemekteydi. Tesadüf değildir ki Cumhuriyetimizi kuran CHP’de bir sosyal demokrat partidir. Dünya sağa doğru aşırı bir kayma yaşadı. Şimdi de solla bir düzeltmeye ihtiyaç duyuyor. Tahterevallinin tekrar dengelenmesi gerekir. Karl Marks’a göre yeni bir düzen eski bir düzenin kucağında yetişir. Buna göre kapitalizmin kabuğunun altında belki de yeni dünya düzeni yetişmektedir. Bir gün bu kabuğunu kırıp ortaya çıkacaktır.

Editör: Haber Merkezi