İfade özgürlüğü açısından değerlendirirsek Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün Basın Özgürlük Endeksi’ne göre 2002 yılında Türkiye 99. sıradaydı. 2018’de 180 ülke içinde 157. sıraya kadar düştü. World Index of Moral Freedom'a göre Türkiye 2018’de 75. sırada yer almakta. Human Freedom Index'ine göre de Türkiye 84. sırada kendine yer bulabilmiş. World Justice Projesi’ne göre hukuk devleti sıralamasında Türkiye ancak Myanmar, Guatemala ve Nijerya'dan sonra 101. sırasında yer alıyor. Freedom House basın özgürlük raporunda, özgür olmayan ülkeler statüsünde, Economist Demokrasi endeksine göre Türkiye hibrid bir rejim olarak 2006 da 88. sıradayken şimdiki veriye göre 100. sırada.

‘Türkiye’de demokrasi var mı?’

Evet, bu rakamlar sıkıcı değil mi? En azından son derece üzücü ve sinir bozucu olduğu kesin. Oysa ki Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana çağdaşlaşma ve modernleşme açısından önemli bir yol almış ülkemiz bundan çok daha iyisini hak ediyor. Türkiye'nin bir hukuk devleti, Türkiye’de özgür bir demokrasi olmadığını bilebilmek için yabancı düşünce kuruluşlarına ihtiyacımız da yok. Bazılarımız Türkiye'de vesayetin kalkmış olduğunun kanıtı olarak kadınların artık serbestçe başlarını istedikleri gibi örtebildiklerini söyleyebilir, ben de bu gelişmelere özgürlüklere inanan bir sosyal demokrat olarak seviniyorum. Ama maalesef bu, bu kadar kolay değil, en azından sizin sandığınız kadar değil. Türkiye’de demokrasinin olduğunu söyleyebilmek için bunun çok daha fazlası olması gerekir.

‘Gazeteciler FETÖ kumpasıyla tutuklandılar’

Türkiye Gazeteciler Sendikası’na göre 154 gazeteci ve medya çalışanı şu an hapiste. Şimdi serbest olan ama AK Parti iktidarı döneminde FETÖ kumpaslarıyla cezaevine atılan Ahmet Şık, Nedim Şener, Tuncay Özkan ve Mustafa Balbay gibi gazetecileri de eklerseniz ürkütücü bir tabloyla karşılaşırsınız. Tabii ibret verici tablo bununla bitmiyor, Türkiye'nin onurlu Atatürkçü Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ bile hapse atılmıştı. Ergenekon'un kasası denilen Kuddusi Okkır'ın nasıl beş parasız cezaevinde öldüğünü unutmadık. Bir zamanlar AK Parti döneminin ilk kurbanlarından Van Üniversitesi’nin Rektörü Profesör Dr. Yücel Aşkın ve hücresinde intihar eden Genel Sekreteri Enver Arpalı'yı asla unutmadık. Vurulduğunda sadece 14 yaşında olan Berkin Elvan'ı unutmadık. Kaç insan haksız yere cezaevine atıldı ve orada hastalandı ya da Sayın Arpalı gibi onurlarına bu haksız uygulamaları konduramadıkları için canlarına kıydılar. Asla unutmayacağız! O zamanlar AK Parti Hükümeti, terörist FETÖ’yü yere göğe sığdıramıyordu. Maalesef bu örneklere sayfalarca böyle devam edilebilir.  AK Parti’lilere göre eskiden Türkiye’de vesayet vardı ama şimdi yok, öyle mi?. Türkiye bir 'İleri Demokrasi" ülkesi öyle mi?, Ayrıca şu an bu kötü yönetim biçiminin yarattığı ekonomik kriz de yok, ama dış güçlerin bir saldırısı var, öyle mi?, Bütün bu ters yüz edilmiş söylemler George Orwell'in 1984 romanından uyarlanmış gibi adeta!

‘Demokrasi olursa başarılı olursunuz’

Dünyanın en önemli ekonomistlerinden Türkiye asıllı Daron Acemoğlu  'Ulusların Düşüşü' kitabında küresel tarih içerisinde ulusların kurumlarını, gelişimini ve yüzyıllar içerisinde karşılaştırmalı yükselişini ve batışını irdeliyor. Özetle de kitapta bazı ulusların (devletlerin) diğerlerine göre neden daha başarılı ya da başarısız olduğunu sorguluyor. Bunun ana nedeninin, ekonomik ve siyasal yapıların "bir şekilde" kapsayıcı ya da sömürücü olmasıyla açıklanabildiğini savunuyor. Yani Acemoğlu'na göre bir ulus ne kadar kapsayıcı, paylaşımcı ve eşit şartlar sağlayan bir ülkeyse o kadar başarılı olabilir.

‘Gelecekte ülkemizi iyi şeyler beklemiyor’

AK Parti'nin "Yeni Türkiye'si" örneklerle anlattığımız gibi daha otoriter, ekstraktif ve dolayısıyla geçmişe nazaran daha vesayetçi bir yapıya sahip. Peki, Acemoğlu'nun tezine göre Türkiye'yi ne bekliyor? Maalesef bunun cevabı hüsran ve ekonomik başarısızlık. Kitabında verdiği en çarpıcı örneklerden biri Jül Sezar’ın Roma Cumhuriyeti’ni (İmparatorluğu) tek adam rejimine geçirerek yüzlerce yıl süren çöküş dönemini başlatmış olmasıdır. Demokrasiden saparak başarılı olmuş bir tane ülke yok dünyada, biz bu durumda nasıl olalım? Buna karşı argüman olarak Çin'in yükselişi verilebilir. Ama Çin'in kişi başına milli geliri 2017 de sadece 8.643$ idi ve demokrasiye geçmeden sürdürülebilir bir ekonomi yapısına sahip mi tartışılır. Nitekim şu an Çin ekonomisi 12 trilyon dolar büyüklüğünde olsa da ülkenin toplam borcu korkutucu bir şekilde 30 trilyon dolar olarak karşımızda duruyor. Yanı borçluluk milli hasılanın %266'sı!

‘Aile büyüğümüz Sadık Rıfat Paşa; 1850’lilerde devlet, halk içindir demişti’

Ulu Önderimiz Atatürk'ün çizdiği yolu reddedenler Osmanlı'nın devamı olma iddiasındalar. Ailemin de büyüklerinden olan Hazine ve Hariciye Nazırı (Maliye ve Dişileri Bakanı) Sadık Rıfat Paşa 1850'li yıllarda bugünden ileriymiş. Nitekim Rıfat Paşa daha o zamanlarda  "Hükümetler halk için mevzu olup; yoksa halk hükümetler için mevzu değildir" demiştir. Rıfat Paşa, padişahın ve sarayın giderlerinin belli bir bütçe dahilinde hükümetin kontrolünde bulundurulmasını, kanunlara uymayan padişahların iradelerinin uygulanmaması gerektiği gibi, dönemi için radikal fikirleri savunmuştur. Halbuki bugünün Türkiye'si böyle bir noktadan çok uzakta.

Atatürk ve silah arkadaşları Osmanlı subaylarıydı ve ülkenin kurtulması için bir devrimin şart olduğunu bilincindeydiler. Ülkeyi daha çağdaş, demokrasi istikametinde olan bir Cumhuriyet sistemine taşıdılar. Şimdiyse çağdaş demokrasi istikametinde yol alan saatler geri çevrilmeye çalışılmaktadır.

Sonuç olarak "Yeni Türkiye" olarak sunulan ve bir "İleri Demokrasi" ülkesi olduğu iddia edilen ‘Başkanlık’ sistemiyle ülkemizin bu haliyle, bırakın kalkınmasını ve güçlenmesini maalesef mevcudiyetini dahi koruyamayız.  Bu çerçevede Mustafa Kemal Atatürk'ün "Eğer bir millet yıkılacaksa, dışarıdan değil içerden yıkılacaktır" dediğini unutmayalım.

Yazının bütünlüğü bozulmadan yazının içine aşağıdaki kutulara yer verilebilir

1-) ‘Bir ulus ne kadar kapsayıcı, paylaşımcı ve eşit şartlar sağlayan bir ülkeyse o kadar başarılı olabilir’

2-) Tanzimat’tan önce aile büyüğümüz Hazine ve Hariciye Nazırı (Maliye ve Dişileri Bakanı) Sadık Rıfat Paşa 1850'li yıllarda bugünden ileriymiş. Rıfat Paşa daha o zamanlarda  "Hükümetler halk için mevzu olup; yoksa halk hükümetler için mevzu değildir" demiştir.

3-) Jül Sezar’ın Roma Cumhuriyeti’ni (İmparatorluğu) tek adam rejimine geçirerek yüzlerce yıl süren çöküş dönemini başlatmış olmasıdır. Demokrasiden saparak başarılı olmuş bir tane ülke yok dünyada, biz bu durumda nasıl olalım?

4-) Atatürk ve silah arkadaşları Osmanlı subaylarıydı ve ülkenin kurtulması için bir devrimin şart olduğunu bilincindeydiler. Ülkeyi daha çağdaş, demokrasi istikametinde olan bir Cumhuriyet sistemine taşıdılar. Şimdiyse çağdaş demokrasi istikametinde yol alan saatler geri çevrilmeye çalışılmaktadır.

Editör: Haber Merkezi