12 Mart 1971 sonrası ilk gözaltı darbesiyle tanıştık.
Yurttaki olaylar nedeniyle bir gecelik esaretti o kadar.
O bir gecede:
En çok da hak arama özgürlüğü adına...
En çok da fikir ve düşüncenin iletimi adına...
Dahası, seçme ve seçilme adına bir özgürlük ifadesini benimsedik.
Sonraki yıllarımızın temelinde hep o bir gecenin muhasebesi vardır.
Tam da bu bu yoldan yürürken, 12 Eylül 1980 duvarına çarptık.
Şu an içinde olduğumuz bu günlerde, özgürlüğümüz elimizden alınmıştı.
İlk kez kelepçeyi bileklerimizde görüp, ilk kez koğuş havasını solumuştuk.
Selimiye zindanlarında geçen o haftalar, elbetteki bir nefes özgürlük
mücadelemizi daha da tetikledi.
Yılmayacak, yaşadıkça her bir alanda özgürlük adına mücadele verecektik.
Ne sıkı yönetim mahkemelerinde yargılanmaktan çekinip korktuk...
Ne de acemi polislerin takiplerinden...
Tutsaklık sonrası uzun yıllarımız da böyle geçti.
Sürekli, karakollarda, şubelerde ve mahkemelerde ifade verdik.
Hem de fındık kabuğunu doldurmayan konular yüzünden...
''Falanca panelde şunları niye söyledin....
Falan yazında şunları yazmışsın...
Sendika bildirisinde başkan olarak imzan var....
Gazeteye verdiğin şu demeçler var ya...
Ya da 1402 sayılı yasaya muhalefet (sıkıyönetim talimatlarına)...''
Gibi, tavırlarımızı önümüze koyup, susturup sindirme...
Korkutup durdurma baskısı vardı üzerimizde.
Oysa bizler, hak arama mücadelesinin kalesini kurmuştuk yüreğimize.
Gazetelerin yazı işleri müdürlerinin sık sık içeri tıkılmamasını...
Basın özgürlüğünün önündeki tüm engellerin kalkmasını yazmıştık beynimize.
Dedik ya ''ÖZGÜRLÜK BİR NEFES İNSANLIKTIR'' diye.
İnsanın tüm yaşamının en erdemli işidir diye.
İşte o özgürlük, tarih boyunca birilerinin işine gelmemiştir.
Bir ufak çıkardan, saltanat ve de imparatorluk oluşumlarına kadar
işlerine gelmemiştir.
İnançlarının temel taşı olduğu halde, özgürlüğü söküp atanlar ortaya çıkmıştır.
Çağdaş hukukun olmazsa olmazı olduğu halde;
Sayfa sayfa yırtıp atanlar ortaya çıkmıştır.
Hem demokratik yollardan tepeye konanlar...
Hem de totaliter faşizm beslemesi karanlık kafalar aynı işi yapmıştır.
Oysa bir gün kendilerine de gereken şeydir özgürlük. Hem de hukuktan
bile önce...
Çünkü hukukun temel prensibi savunmayı, savunma da özgürlüğü tetikler.
Eğer özgür değilseniz, zaten orada bir hukuk boşluğu vardır.
İşte o boşluk, ''Öyle olmalı'' diyenlerin özel düzen boşluğudur.
21. yüzyıl insanları da eğer bir nefes özgürlüğe hasretse;
Dönüp tam da o boşluğa bakmalıdır.
O boşlukta insanlık onurunun hesabını sormalıdır.
Yoksa, bir ülkenin hem coğrafyası, hem de halkı sömürü oyuncağı olur.
Coğrafyanın doğasıyla, halkın emeğini çalanlar hem iştahlı hem de obur olur.
Bunun en utanç kaynağı:
İnanç ve etnik bölünmüşlüğü tüm sosyal-siyaset eylemlerine alet etmektir.
Bölüp parçalama işi yaparak insanları yönetmektir.
Ne oluk oluk akan insan kanı onların umurunda...
Ne de bir nefes özgürlüğün erdemi onların umurunda.
İşte böylesine bir acımasız dünyada;
''Olmak ya da olmamak'' deyip, saftaki yeri almak gerekir.
Bir nefes özgürlük ile insanlık erdeminin adresi olan yeri...