Henüz ortaokul öğrencisiyken duymuştum adını. Radyoların akşam ajansları, o ve arkadaşlarının günlük yaşamının özetini veriyordu adeta: Deniz Gezmiş ve arkadaşları...

Yaşamında hiç deniz görmemiş genç adaylarının karşısında ülkenin gündemini belirleyen kocaman bir dev vardı artık: Deniz... Üstelik durağan da değildi: Gezmiş...

Genelde bir gün sonra gelen gazetelerin karalamalarla dolu sayfalarında görürdük fotograflarını Deniz'in; uzun boylu, kartal bakışlı, kararlı, hep önde, ne yaptığını bilen...

'Amma yakışıklıymış' diye tanımadığına hayıflanıyor, belli belirsiz iç geçiriyordu genç kızlar...
Onun gibi giyinmek; onun gibi bakmak, yürümek, konuşmak derdindeydi genç erkekler ve genç adayları...

Okumayı, çalışmayı, üretmeyi salıkveriyordu ya; Deniz olma derdindeydi gençler, olup bitenleri biraz olsun anlayabilen insanlar...

'Bağımsızlık' diyordu ısrarla; bağımsız olmayışımızdan, ülkemiz üstündeki ABD Emperyalizminin gölgesinden, kirliliğinden bahsediyordu. Esas asılma nedeni de buydu zaten. Varlığı ile, önder kişiliği ile, genç kuşaklar üzerindeki etkileri ile tehlike arz ediyordu emperyalistler ve yerli işbirlikçileri için...

Ne öğrenciyken, ne savaşım içindeyken, ne yargılanırken ne de asılırken boyun eğdi kimseye. Doğru bildiklerini haykırdı hep. "Biz asıldığımız için kahraman olmayacağız, kahraman olduğumuz için asılacağız" diyordu. "Beni öldürebilirsiniz ama düşüncelerimi öldüremezsiniz, benim gibi düşünen insanlarda olacak ve ben onlarda yaşayacağım" diye haykırıyordu...

Deniz Gezmiş ve arkadaşları, özellikle 'Devrimci ve Bağımsızcı' yönü olmak üzere tam anlamıyla Atatürkçü bir yapıya sahipti. Emperyalizme karşı ve yerli işbirlikçileri ile mücadele ederken Mustafa Kemal'i izliyorlardı hep.

Öte yandan Sosyalistti Deniz'ler. Gerçek bağımsızlığın, gelişmenin, kalkınmanın, barışın, eşitliğin ve kardeşliğin sosyalizm ile sağlanabileceğine inanıyorlardı. Bu, aslı zatında Atatürk'e karşı olmaktan çok, onun devrimcilik ilkesi doğrultusunda hareket etmek, bir adım öteye geçmek istemiydi.

Son nefesinde bile, boynuna geçirilen yağlı ilmiğe rağmen hep şunları haykırdı; "Yaşasın Marksizm Leninizm'in yüce ideolojisi, yaşasın işçiler ve köylüler, yaşasın halkların kardeşliği!"

Deniz Gezmiş ve arkadaşları; kalburüstü bir yaşamı, neredeyse sınırsız nimetleri, fırsatları teperek, bütün bunları ellerinin tersiyle iterek halka yöneldiler.
Nimet yerine külfeti, rahat yerine zorluğu, yaşam yerine ölümü seçtiler.
Neden?
En iyi okullarda, üniversitelerde okuyan ve ülkenin hem en zeki hem de en şanslı çocukları olan Deniz Gezmiş ve arkadaşları neden kişisel ikballerini, çıkarlarını değil de halkın kurtuluşunu seçtiler?

Bir cümleyi beş kere tekrarlamadan anlayamayan kimilerinin çocuklarının servetinin hesabı belli değilken, o fidanların kurutulmasının hiç mi anlamı yoktur?
Deniz Gezmiş kişiliğinde bir nesil adeta yok edilmeseydi, bir şekilde etkisizleştirilmeseydi şimdi bu rezil durumlarda mı olurduk? Bu kepazelikleri, çağ dışılıkları, insanlık ve ahlak dışılıkları mı yaşardık sanıyorsunuz? Ya da, onlar olsaydı, yani onurlu insanlar olsaydı; bunlar, yani kepaze yaratıklar olur muydu sanıyorsunuz?
Bütün bunlardan ötürü kıydılar işte o fidanlara!

Deniz Gezmiş kişiliği ve Yusuf Aslan ile Hüseyin İnan beraberliğinden ortaya çıkan 'Üç Fidan' belirlemesi; şimdiki kursak düşkünü, hak yiyici, hırsız, arsız, namussuz, kişiliksiz, satılmış, onursuz, dış destekli egemenlerle yan yana getirilebilir mi hiç?

'Üç Fidan' onurluluğu ile onları katleden zihniyet temsilcilerinin onursuzluğunu kaynatsan karışır mı hiç?

Keza; ülkenin birliğini, bağımsızlığını, aydınlığını savunan; halkların bölünmesini, birbirine düşürülmesini değil, kardeşliğini savunan Deniz Gezmiş ile şimdiki bölücüleri, öteleyicileri, kincileri bir araya getirmek olanaklı mı hiç?

Dünyayı kasıp kavuran '68 Kuşağı'nın ve barışı, kardeşliği, sosyalizmi esas alan anlayışının Türkiye'deki önderleri olan Deniz Gezmiş ve arkadaşları, doğal olarak hatalar da yaptılar ama; bilinçleriyle, yürekleriyle, öngörüleriyle, yiğitlikleriyle ve kahramanca tutumlarıyla yaşadılar ve o kısacak ömürlerine ölümsüzlükler sığdırdılar...

Onları katladanlar mi?
Tarihin çöplüğünde benzerleriyle karışıp gittiler işte!..

Boşuna demiyordu Can Baba: Aşk olsun sana çocuk, aşk olsun!..