ATATÜRK’ÜN ELLERİ

Abone Ol

Atatürk’ü anlamak, kendi deyimiyle “Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kâfidir. Benim kuvvetim, benim size olan sevgim sizin bana olan sevginizdir.” dediği gibi O’nu gerçekte tanımasak da, görmemiş olsak da,  eserleriyle tanıyoruz. Türk Ulusu olarak her zaman sevgisini yüreğimizde taşıyoruz. Bu sevgi, en kutsal sevgi. Bu sevgi,  insan sevgisinin en güzel billurlaşmış hali.

                Atatürk gibi bir dehaya sahip olmakla çok şanslı bir milletiz.

                Cumhuriyetimizin tüm yıl dönümlerini ulus olarak her zaman yürekten ve gururla kutluyoruz. Bayraklarla süslüyoruz evlerimizi, iş yerlerimizi. Bir kez daha alkış tutuyoruz törenlerimizde bütünlüğümüze. Bir kez daha saygıyla anıyor, saygıyla eğiliyoruz atalarımızın önünde. Ve bir kez daha, kendi iç dünyamıza dönüyor, duygulanıyor, hüzünleniyor, gözlerimiz doluyor, tüylerimiz diken diken oluyor marşlarımızda. Törenlerimizde, birey değil, tek bir yürek oluyoruz.

                Osmanlı Devleti her yönüyle bitmiş, parçalanmış, işgal kuvvetlerinin kendi aralarında paylaştıkları bir devlet olmuştu. Atatürk’ün önderliğinde, yoklukların arasında başarıyla pırıl pırıl bir Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Ve kurulmakla kalınmadı, yaşamın her alanında geri kalmışlıktan, cahillikten kurtulup, uygar devlet olmanın ilk adımları o günlerde atıldı. Bizim bu günlere gelmemiz sağlandı. İşte bunun bilincinde olmamız, bu gerçeği unutmamamız gerekir. Tarihsel bilincimizi, nereden nereye geldiğimizi unutursak eğer, yine bölünmenin, yok olmanın eşiğine geliriz.

                Türk Ulusunu daha aydınlığa çıkaracak olan tek yol Atatürk yoludur. Bunun başka izahatı, başka bir açıklaması yoktur. Zaten, Türk Ulusu olarak bizler, her yönümüzle Atatürk’le bütünleştik. Atatürk ve silah arkadaşları ile isimsiz kahramanlarının sayesinde dilimizi, dinimizi, öz benliğimizi kurtardık. Bu gün, kulluktan kurtulup, insan olarak birey kimliğimizi ortaya koyabilmiş, anayasal kimliğe kavuşmuş isek bunu cumhuriyete borçluyuz.

                Türkiye’nin geleceği Atatürk’ün gösterdiği aydınlık ışıklı yoldan ayrılmamaktır. Bu günlere kolay gelinmedi. Vatan için, bu kadar kan boşa akmadı. Özgürlük ve bağımsızlık kolay kazanılmadı. Zaten tarihe baktığımızda; insanlığın,  özgürlük, bağımsızlık ve insan hakları için,  işkence gördüğü, tırnaklarının dahi söküldüğünü, öldürüldüğünü, toplu kıyımlar yaşadığını, birçok eziyet çektiğini görüyoruz. Ama Türk Ulusu, Atatürk sayesinde hiç bir kıyıma uğramadan bu haklarına kavuştu. Atatürk, devrimlerini bir hediye paketi olarak verdi. Atatürk sayesinde kazanılan bu haklar,  yürünen bu yol, sonsuza kadar devam edecektir. Bu uğurda kanımızın son damlasına kadar vermeye hazırız. Bu günleri Atatürk’e borçluyuz. Borcumuzu, uygarlık yolunda daha da çok çalışarak, yaşamın her alanında büyüyerek ödemeye de mecburuz. 

                Atatürk devrimlerinin yelpazesi o kadar geniştir ki, yaşamın her alanında bir şeyler söylenmiş ve yapılmıştır. Sanatı, sanatçıyı baş tacı yapmıştır Atatürk. Eğitimi her şeyin üstünde tutmuştur. 1928 yılında okuma yazma oranı yalnızca erkeklerde % 10, kadınlarda yüzde sıfırdı. “Dünyada her şey için; medeniyet için hayat için başarı için en hakiki mürşit ilimdir, fendir.” “Güzel sanatlarda başarı bütün inkılapların başarıldığının en kesin delilidir.” “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.” dediği gibi, yaşamın her yönüyle dolu dolu ve bilgiliydi Atatürk. Yine O’nun sayesinde kadınlarımız seçme ve seçilme hakkını elde ettiler. Bütün iş kollarında üretime katıldılar. Yıllardır ezilen, horlanan, hep arka plana itilen, soframızda bile “tarladaki öküzümüzden” sonra gelen kadınların baş tacı olması gerektiğine inanan o büyük insan bakın bu konuda arkadaşlarına ne diyor;  “(*1) Bir gün Atatürk sofrada, “Kadın mı daha mühimdir, erkek mi” diye sordu. Kimisi erkeğin önemini ispata çalıştı, kimisi kadının lehinde konuştu. Fakat en ciddi deliller erkeğin lehine ortaya atılmıştı. Erkek her şey olabiliyordu. Atatürk biraz düşündükten sonra;

                - Doğrudur, erkek her şey olabilir. Fakat onun olamadığı bir şey vardır ki, dünya da erişilecek en büyük kuvvet ve şeref onda mevcuttur. Efendiler, erkek her şey olabilir yalnız ana olamaz. Onun için kadın, erkekten evvel gelir. Onun için medeni cemiyette erkek daima kadına hürmetle yükümlüdür.” Atatürk’ün dediği gibi, kadın ve erkek eşitliğinde, kadınlarımızın neden bir adım önde bulunması gerektiğinin en güzel örneği, onların  “ana” olmalarının dışında başka bir örnekle anlatılabilir mi? Anlatılamaz. Çünkü yaşamın her alanında kadınlar da, erkekler de var. Kadınlarımız eski günlerinde erkeklerin hep arkasından yürürlerdi, değil mi? Hatta insan olarak, evet insan olarak, şahitliği bile tek başına kabul edilmez, bir erkeğin şahitliği yeterli olurken, ancak iki kadının şahitliği geçerli olurdu. Kıymet verilmezdi. Kıymeti bilinmezdi.  Kıymeti bilinmezdi ama kıymetini bilmeyen erkekleri de kadın olan anaları doğurmuştu. Tüm erkekleri kadınlar doğurmuştu. Analardı adam eden adamı. Analardı.   

                Yüce Atatürk, tarihte hiç bir liderin yapamadıklarını yapmış, bu erkek işidir diye bilinen her ne varsa, kadınla erkeği aynı çizgide ayrım yapmadan, o mesleği yapmasına imkân sağlamıştır. Tarihin hiçbir döneminde hiçbir lider, kadın hakları konusunda ATATÜRK kadar uğraş vermemiştir. Yüce Türk Kadını Atatürk sayesinde insan haklarına kavuşmuştur.

                Atatürk olmasaydı bizler olur muyduk? Camilerimizde ezanımız okunabilir miydi? Bakın Atatürk din konusunda da şöyle diyor; “Efendiler, biliniz ki, T.C. şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz. En doğru ve gerçek yol uygarlık yoludur. Din gerekli bir kurumdur. Dinsiz ulusların sürekliliğine olanak yoktur. Yalnız şurası vardır ki, din Allah ile kul arasındadır.” Evet, laiklik iç barışın temelidir, teminatıdır. Laiklik; özgürlük ve huzurun, aydınlanmanın temel şartıdır. Zorla hiç bir şeyin güzel olmadığı gibi zorla ve emirlerle ibadet de olmaz, olamaz. Bunun en güzel yanıtı, içinde yaşadığımız laik cumhuriyet değil mi? Her kim olursa olsun, ne olursa olsun, Atatürk’e dil uzatmaya,  eleştiri yapmaya hiç kimsenin yetkisi ve hakkı yoktur. Kim olursa olsun, asla…

                Atatürk, her şeyi olduğu gibi çocukları ve gençler çok severdi. Gençlere güvenini şu sözleriyle bakın ne güzel dile getiriyor, “Her şeye rağmen muhakkak bir nura doğru yürümekteyiz. Bende bu imanı yaşatan kuvvet, yalnız aziz memleket ve milletim hakkında çok büyük muhabbetim değil, bu günün karanlıkları ahlaksızlıkları, şarlatanlıkları içinde sırf vatan ve hakikat aşkıyla ışık serpmeye ve aramaya çalışan bir gençlik gördüğümdendir.”  Evet, büyük insanın yüreği de, sevgiyle, aşkla, azimle doluydu. Güven duygularıyla doluydu. Zaten bu duygulardan yoksun olan bir yürek başarılı olamazdı.  Sevgi ve insani duygulardan yoksun birinin adalet duygusu da olabilir mi? Aşkı tanımayan yürek, kocaman coşkuları bağrında barındırabilir mi? Elbette hayır, hayır. Aşkı ve insan sevgisini tanımayan yürek hiç bir şey yapamaz. Bırakın memlekette devrim yapmayı, kendisi için bile bir şey yapamaz.

                Atatürk’ü her zaman bir kurtarıcı olarak gördük daha çok. Eğer onun yüreğini, insan olarak anlayabilirsek, O’nu daha iyi tanımış oluruz. 700 yıllık saltanatın tüm tabularını yıkarak, Türklüğün gerçek benliğini ortaya nasıl koyabildiğini daha iyi anlarız. Atatürk’ü okudukça, O’nun gelecek günleri nasıl görebildiğini, doğruyu nasıl bulabildiğini daha iyi anlarız. Zaten Atatürkçülük; bu günden,  yarınları görebilmek, uygarlaşan dünyayla bütünleşebilmektir. 

                Ulus olarak Atatürk’ün önünde, bıraktıklarına sahip çıkarak saygıyla eğiliyoruz.. Atam sen rahat uyu, diyoruz. Bize bıraktığın CUMHURIYETI SONSUZA KADAR KORUYACAĞIZ.

                Bu sonbahar, biz Türklere hüzünle mutluluğu hep aynı anda yaşatıyor. Ekim ayında Cumhuriyetimizin yıl dönümlerinde yeniden doğuyor gibi coşuyoruz. Her yılın 10 Kasımında ise, Atatürk’ün ölümüyle yokluğunu hissediyor, kendimizi yetim evlatlar gibi hissediyoruz. Falih Rıfkı Atay şöyle demişti; “En mesut Türkler Atatürk zamanında ölmüş olanlardır. Ömrümüzün ve Türk tarihinin en acı yasını tutmak talihsizliği bize düştü.”  O’nun ölümü sadece Türk Ulusunu değil, bütün dünyayı yasa boğmuştu. Fransa başbakanı Edouarda Hernot “O’nu selamlamayı, iyiliğini takdir etmeyi bilelim. Bu yalnız bizim değil, dünya barışı için yararlı olur” sözü,  yabancı basında çıkan övgü ve hayranlık dolu sözlerden sadece bir tanesiydi.

                Bu ülkenin asıl ve gerçek tek lideri bilimin ışığını elinden düşürmeyen Atatürk’tür. Gerçek liderlik yaşadığı çağın ilerisini görebilmekten geçer. Gerçek lider aynı zamanda devlet kasasından yapılan her harcamada her ne olursa olsun, tüm ulusun her bireyinin hakkı olduğunun bilincinde olmayı gerektirir.

                Hiç birimizin canı, yeri, makamı ve görevi ne olursa olsun, bu vatan için canını vermişlerden ve bu vatandan daha değerli değildir. Atatürk, bütün ömrünü sömürge olmuş bir ülkeyi yeni baştan, Cumhuriyet olarak, bir çocuk büyütür gibi emek vererek büyütmüştür. En büyük aşk vatan aşkı, vatan özgürlüğüdür. Vatansız aşk olmaz. Dikkat edin, o büyük insan, o yüzyılın dehası insan, kendi bireysel aşkının hiç bir zaman yapacağı devrimlerini etkilemesine izin vermemiştir.

                Atatürk her derdin çaresini ülke kaynaklarında aramış, hiç bir zaman bahane bulmamış,  en kötü şartlarda en iyiyi yakalamıştır. Türk Ulusunu gerçek aydınlığa, özgürlüğe, insan gibi bir yaşama, modern hayata taşıyan tek adamdır. Bu her ne olursa olsun böyledir. Ağır hastalığında dahi, “Beni Türk hekimlerine emanet ediniz.” demiştir. İşte bu nedenle cephede savaşarak alınan kimi değerlerin masa başında kaybedildiği, milli değerlerin erozyona uğradığı, küçüldüğü, dört bir yandan kuşatıldığı, üstünde çeşit çeşit oyunlar oynandığı çok olmuştur bizim topraklarımızda. Tarihimiz bunlarla doludur. Şanlı, şöhretli, insan gururunu göklere çıkartan onurlu ve insanca yaşama hakkı için Türk olmanın şerefini anlatan bir destandır insanlık tarihindeki yerimiz.

Bu ulus Atatürk’ün ulusudur. Bu ulusun, bu Atatürk’ün askerleri yalın ayaklarla cephelerde savaşarak düşmanı temizlediler. Dağları tırnaklarıyla aşacak kadar yüreklerinde güç vardır bu vatan evlatlarının. Bu ülkenin gerçek evlatları Türk Ulusunu, dedelerinin aynı yürekle savaşıp savaşı kazandıkları gibi gün gelecek dünyanın en modern yaşayış tarzına taşıyacaklardır.

Atatürk her yönüyle aydınlığının başıdır bu toprakların..

                Atatürk demek vatan demektir.

                Vatan ise her şey…

                Türk Milletinin tarihteki en büyük kurtarıcısı Atatürk…

                Bunun dışında üretilen her duygu düşünce bir çeşit oyundur.

                Bir bakınız dünya haritasına,

                Atatürk’leri olsaydı böyle mi olurlardı…

                Biz her şeyimizi Atatürk’e borçluyuz..

                En büyük, en derin sevda vatan sevdasıdır.

                Ve bayramlar,

                Özgürlük olmayan yerlerde bayramların adı bile olmaz...

                Türkiye için, laiklik için, Atatürk için, özgürlüğümüz için…

                Hepimizin bayramı kutlu olsun.

                Sen rahat uyu Atam. Kurduğun devlet sonsuza kadar yaşayacaktır. Bu emanete, bu aydınlığa, sana bir can borcumuz var. Binlerce şehitlerimiz var bu uğurda…

                Ama Atatürk ölmedi. Eseri bizimle yaşıyor. Behçet Necatiğil’in dediği gibi; “Atatürk bu yurda ellerini verdi, büyüyen çocuklarda Atatürk’ün elleri.” Atatürk ölmedi ve her gün büyüyor. Atatürk’ün elleri her gün büyüyor. (Bu yazı 12.11.1999- yazılmıştır.)

(*1 Nükte, fıkra ve çizgilerle Atatürk- ikinci kitap.)