İlköğrenimden Yüksel Lisans sıralarına kadar…
Nice kitapların sayfalarında dolaşıp…
Nice öğretmen ve öğretim üyelerinin anlattıklarını dinledik.
Tamamı da…
İyi insan olmak yolunda, tamamen ahlak ve adalet üzerineydi.
Yapacağımız işin doğruluğu ve de sunumu üzerineydi.
Okuduğumuz hukuk kitaplarıyla…
Sosyal Siyaset ve Genel Ekonomi konuları hep böyleydi.
Elbette ki meslekteki teknik ve de uygulama konuları da öyle…
Okuduk da okuduk…
Dinledik de dinledik…
Derken, tam da mesleğimizin iş kolunda başladık işe.
Artık ülkemle halkımın çıplak gerçekleri önüme serilmişti.
Bir de baktık ki, tüm öğrendiklerimiz darbe yemiş durumda:
Meğer bir vahşi kapitalizm silip süpürmüş her şeyi…
Meğer çok partili sisteme dönen ülkemin başı da dönmüş.
Hem de öyle bir dönmüş ki…
Meğer demokrasi yerine neler neler sarmış ülkemi…
Çünkü kan emici emperyalistler, uzaktan kumandalı hale getirmişti ülkemi.
Gençlik var… Yeni mezuniyetliğin hırsı vardı bizde.
Tarifi imkânsız bir isyan, sindirilmesi güç duygulara kapılmıştık elbette.
Günler günleri kovalıyordu.
Zaman zaman:
‘’Biz gazeteciliği böyle biliriz’’ dedikçe…
‘’O bildikleriniz oralarda bir yerde kaldı. Siz bizim dediklerimizi yapın!..’’
Dediler bize.
Acı gerçekleri soludukça:
‘’Vay be, şu demokrasi diye yuttuğumuz sahte haplara bak…
Şu sosyal adalet diyen ve sadece kitapta kalan sayfalara bak…
Şu haber alma özgürlüğü diyen…
Ancak Anayasa’da süslü duran satırlara bak…
Şu çalışma hayatı mevzuatlarının cıvıklığına…
Şu devlet yönetiminin ciddiyetsizliğine…
Şu ahlak ve adalet denen şeyin, çıkarsal esintisine bak’’ dedik.
Dünya döndükçe dedik…
Mevsimler değiştikçe dedik…
İktidarlar gidip geldikçe…
Dedik de dedik…
Derken yıl 2016’ya dayandı.
Bırakın bir arpa boyu yol almayı;
O kadar geri gittik ki, bizimle eşit olanlara dürbünle bakar olduk.
70,80 yıl önceki Cumhuriyet kazanımlarına da öyle…
Çünkü elin oğlu teknolojide aldı başını gitti.
Biz nal topladık. Yalan mı?
Çünkü elin oğlu bağımsızlığını bir güzel pekiştirdi.
Biz tam tersine uzaklara bağımlı oldu.
İki buçuk terör örgütü için elin uçakları konuyor göbeğimizin üstüne…
Yalan mı?
Yurtta barış yok… Cihanda barış yok…
Yurtta ekonomi çöktü. Dağılımda eşitsizlik var.
Cihanda ekonomi çöktü, çünkü otla saman bile ithal ediyoruz.
Tüm bunlar varken:
TV camlarından belirlenen üfürükten gündemler içimizi yakıyor.
TV camlarından yapılan oyalama ve oy almalar içimizi yakıyor.
TV camlarından her olaya bir kılıf giydirmeler…
Her acı gerçeği ters hedeflerle savmalar içimizi yakıyor.
Şu yaşadığımız İstanbul ülkemin özetidir.
Bir baştan bir başa gezip gördük:
Solgun yüzlü insanlarla…
Yüzü gülmeyen insanların sayısı çok arttı bu şehirde.
İnsan olan insanin elbette ki içi yanıyor.
Acı gerçeklere gelince:
Ya vahşi kapitalizm ve uzaktan kumandayla sürüp gider bu gidişat!
Ya da bağımsız ülkemde, bir ahlak ve adalet rayına girer bu gidişat!
Çünkü hiç de iyi değil bu gidişat!..
Kısacası, başı dertte ülkemin…
Hiç kılıfa sığar mı bu gidişat?