Özellikle seçim dönemlerinde olmak üzere, hemen her siyasal partide şu veya bu boyutta, dışarıya sızan ya da 'kol kırılır yen içinde kalır' anlayışı gereği üstü örtülen; bazan başka kimi umutlar, beklentiler, avunmalar öne sürülerek susulan/susturulan ama mutlaka birtakım hayal kırıklıkları, kırgınlıklar, küskünlükler ve hatta kopmalara neden olan olaylar yaşanır.

İktidar partisi AKP'nin genel durumu; cemaat etkisi, yolsuzluklar, rüşvetler, Başbakan'ın aile çevresinin bütün bu kirliliklerin içinde anılması gibi nedenleri bir kenara koyarsak; bu aralar şu partiden şu kadar kişi istifa etti, bilmem kimler kimler isyan etti, ayrıldı haberlerinin temelinde de bunlar var.

Bir gün önce övdüğü, içinde bulunmaktan gurur duyduğu partiyi, çevreyi, yöneticileri olmadık değerlendirmelerle suçlamanın hiçbir ölçüyle haklı gösterilemeyeceğinin altını çizerek; böylesi bir değerlendirmenin ne sağlıklı kişilikle, ne ahlak anlayışlarıyla, ne de omurgalı siyasal tutumla bağdaşmadığını da belirterek asıl konumuza, Cumhuriyet Halk Partisi ile bağlantısına gelelim.

Onlarca yıl 'Az olsun bizim olsun' anlayışına mahkum edilen, adeta iktidar olmamak üzere düzenlenen ve ülke iktidarı yerine parti iktidarını yeğleyen zihniyetle yönetilen Cumhuriyet Halk Partisi, yukarıda sayılan nedenlerle birlikte bir de 'kadirşinaslık' sorunu yaşıyor sanki.

Elbette yerelde ve genelde iktidar olma anlamındaki çırpınmalar çok güzel.
Elbette onlarca yılın ataletinden, rehavetinden, alışkanlıklarından kurtulmak kolay değil.
Elbette bünye başarıya alışmadığı için tepki gösteriyor.
Elbette tek boyutlu olmaktan çıkarlımak, halkın tüm kesimlerini katarak genişlemek isteyenlere karşı yalnızlığa alışmış olanların reaksiyonu olacak.
Elbette yılmadan, geri adım atmadan, tek düzeliğe teslim olmadan, hiçbir farklılık gözetmeden halkın tüm katmanlarını kucaklayarak yerelde ve genelde iktidar yolculuğunu hızlandırmak gerekiyor.
Ve elbette bütün bunları yaparken partinin temel ilkelerini ve anlayışını esas almak lazım...

Ama bir şey daha yapmak lazım; parti emekçilerine ya da partiye davet edilen insanlara saygı göstermek; emeklerini, çabalarını göz ardı etmemek ve bu anlamda kendilerini onore etmek, yüreklendirmek, olumsuzluklar yaşandığı zamanlarda gönlünü almak...

Örneğin; Başakşehir Belediye Başkanlığı Adaylığı için partiye davet edilen, aday adayı yapılan ama gösterilmeyen Kemal Aydın'ın sitemleri arasında yer alan -onun dışındaki hiçbir açıklamasına katılmadığımı, ayıpladığımı ve kınadığımı belirteyim- "aday yapılmamam ile ilgili tek satır açıklama yapılmadı, kusura bakma denmedi" yönündeki ifadeleri son derece yerinde. Belki de siteme konu olan bu sırtını sıvazlama, gönlünü alma işi yapılsaydı, Kemal Aydın'ın Kılıçdaroğlu'na yönelik hiçte zarif olmayan açıklamaları olmayacaktı.

Bir örnek de Beylikdüzü'nden...
Av. İbrahim Menteşagu. Belediye başkanlığına aday oldu, yapılmadı. Milletvekilliğine aday oldu, listeye giremedi. Son olarak yine Beylikdüzü Belediye Başkanlığı için aday oldu ve yine olmadı...
Av. Menteşagu, özellikle son on yılda olağanüstü bir çaba gösterdi. Partisine ivme kazandırdı, insan kazandırdı, para harcadı...
Partililiği konusunda kimsenin en ufak bir kuşkusu da yok.
Sorun neden aday yapılmadığı değil, o bizi aşar. Sorun, bir kere olsun kendisinin aranmaması, kusura bakma denmemesi, çabalarının takdir edilmemesi...

Bu kadar mı zor?
Genel Başkan yardımcılarından birine böylesi bir görev veremez mi? Talebi yerine getirilemeyen partililerinin gönlünün alınmasını ve başka alanlarda kendilerinden yararlanılması şeklinde yönlendirilmesini isteyemez mi?

Cumhuriyet Halk Partisi'nin iktidar olmak adına toplum kesimlerini, yurttaşları partiye katma çabaları sürerken, son derece basit böylesi uygulamalardan uzak durarak
İnsan kaybetmeyi göze alma lüksü olabilir mi?

"Talebini yerine getiremedik ama sen bizim için her zaman değerlisin ve senin donanımından değişik alanlarda yararlanmak istiyoruz.." gibi birkaç cümleyi söylemek ya da yazıyla bildirmek çok mu zor?

Anlaşılır gibi değil!

Basiret bağlanması bu olsa gerek...