Hey gidi günler, hey...
İlkokul günlerimiz...
Pazartesi günleri temiz mendillerimizin üstüne parmaklarımızı koyar, öğretmenimiz kontrol ederdi.
Pazar akşamları yıkanma günlerimizdi.
Annem her pazar akşamı beni yıkar, tırnaklarımı keserdi.
Alışkanlık devam eder şimdi bile,
Her Pazar günü mutlaka ama mutlaka tırnaklarımı keserim.
Bu hiç aşmaz ve atlanmaz,
Ölüm günüme kadar da devam edecek gibi..
Bir gün ev ödevi almıştık okulda,
“Dünya’nın en acı şeyi ile en tatlı şeyi nedir?” diye...
Tüm sınıf cevabı bulmada yetersiz kamıştık, sırayla defterimize yazılanları okuyorduk.
Kimileri acı şeyler arasında;
Turşu suyu
Acı biber
Soğan
Hatta sopa yemek, dövülmek diye yazanlar bile vardı…
Tatlı şeyler arasında ise, baklava, ceviz çikolata en çokta tanıdığımız şeker vardı.
Sıra bana geldiğinde,
“En acı şey neymiş oku bakalım” demişti öğretmenim, “Ağabeyimin askere gitmesi” diye yazmıştım…
Okudum.
“Neden?” diye sormuştu
“Hepimiz ağlamıştık, sadece ben değil, tüm aile ağlamıştı, bu yüzden” demiştim.
“Yanlış” demişti öğretmenim tok bir sesle.
“Erkek değil kız kardeşin olsaydı, ablan olsaydı o acıyı yaşamayacaktınız.”
*
Sonra kendime demiştim ki: koskoca bir sınıf doğru cevabı bulamadı, okuması zayıf bu sınıfın, demiştim kendi kendime..
Sonra kendi cevabıma bakmıştım
Benim cevabımda zayıftı!
Cevabı sonradan öğrenmiştik!
En acı şey de,
En tatlı şeyde,
Dildi...
Doğru cevabı öğretmenimiz öykülerle anlatmıştı..
*
Bu arada sınıf öğretmenim
Rahmetli BABAMDI
Babamın o gün sınıfta bana “yanlış” derken unuttuğu bir şey vardı;
Babamda ağlamıştı oysa!
Şimdi bu yazımı okumasını o kadar çok isterdim ki…
Hem de o kadar çok isterdim ki, olmadı, kısmet olmadı..
Ruhun şad olsun,
Eviniz, cennetin en güzel yerinde olsun annem babam…