Polemik Haber’de çıkan bir röportajda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlık döneminde sözcüsü olan Akif Beki, AK Parti’nin son dönemde yürüttüğü politikalara değindi. Beki, ‘’AK Parti, dün söylediğinin tam tersini bugün savunur ve yapar hale geldi’’ dedi.

Polemik Haber’den Sevda Durgun Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde Başbakanlık Sözcüsü olarak görev yapan Akif Beki ile bir röportaj gerçekleştirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başbakan olduğu dönemde yaptığı açıklamaların çarpırtılarak, AK Parti’nin kapatılma davasına eklendiğini anlatan Beki, şuan aynı olayın medya tarafından muhalefet partilere yapıldığından bahsederek, “AK Parti kendi geçmişinden, yaşanmış tecrübesinden ders çıkarmıyor, kara propaganda ile muhalefetin mağdur hikayesi oluşturmasını sağlıyor” dedi.

İşte Akif Beki’nin Polemik Haber'e yaptığı özel açıklamalar:

Polemik Haber: Başbakan Sözcülüğü ve danışmanlığı yaptıktan sonra gazetecilik mesleğine neden geri döndünüz?

Akif Beki: Ben küçük yaşta severek başladım gazeteciliğe, yolun bir yerinde doğup büyüdüğüm mahalleden bir iktidar çıktı. Sayın Erdoğan, başbakanlığı döneminde bana çalışma teklif etti. Ben de tekrar mesleğe dönmek üzere kabul ettim. İlk günden itibaren memuriyeti düşünmedim çünkü bürokrasi ve siyaset bana göre değildi.  AK Parti, o gün inandığım ve omuz vermem gerektiğini düşündüğüm bir mücadele veriyordu. Askeri vesayete, yasaklara ve yasakçı kafaya, anti demokratik müdahalelere karşı bir mücadeleydi bu. İktidara gelmiş olmasına rağmen varlığı hazmedilebilmiş değildi. O günün şartları içerisinde onu bir görev bildim, o alanda hiç kariyer düşünmememe rağmen bunu bir ödenmesi gereken bir borç, görev olarak bildim ve kabul ettim. AK Parti’nin kapatma davası sonuçlandıktan 6 ay sonra ‘artık o eşik açıldı yeni bir döneme giriliyor’ diye ben müsaade istedim ve mesleğe dönme hakkını kendimde gördüm. Bunu bir askerlik borcu gibi düşünün. Ben gazeteci olarak bu mücadelenin zaten tarafıydım. Böyle bir teklif gelince; ‘Türkiye’yi demokratikleşme mücadelesi için sizden fedakarlık isteniyor ve bundan kaçınıyorsunuz, bu olmazdı. Bundan dolayı kabul ettim. Başlarken Ankara’daki arkadaşlarıma söyledim, yani ben mesleğe geri dönmek üzere masanın öbür tarafına geçtim. Vesayet kalktıktan, alan boşaldıktan sonra, AK Parti’nin iktidar etme biçiminde de değişiklikler belirmeye başladı. O zaman dışarıdan bakanların çok göremeyeceği, benim içeriden biri olarak daha iyi görebileceğim bir takım emarelerdi bunlar. Zaten benim yaptığım katkıya ihtiyaç da kalmayacak bir yere doğru gidiyordu. 

P.H: Başbakanlık sözcülüğü sizden önce var mıydı?

Beki: Benden önce yoktu benden sonra da olmadı.

P.H.: O süreçte Başbakan Erdoğan’ın mitinglerde, programlarda yaptığı konuşmalarla ilgili ‘aslında şöyle demek istedi’ diye düzeltmeler yaptınız. O dönem polemik konusu olan bu açıklamaları gerçekten yanlış mı anlaşılmıştı yoksa siz o sözleri kurtarmak için mi bu açıklamaları yaptınız?

A.B.: O günkü medya ortamı ve güç dengesi bugünkü gibi değildi. AK Parti için meydan boş değildi, sistem içinden mukavemet vardı. Bunun bir ayağı medya, bir ayağı asker, bir ayağı da yargıydı. Medya sayın Başbakan Erdoğan’ın kimi beyanlarını bağlamından koparıp başka türlü yansıtıyordu. O kupürleri de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı dosyaya koyup AK Parti’ye kapatma davası açtı. Bugünün şartlarıyla o günü değerlendirirseniz yanlış bir yere çıkarsınız. Mesela Malezya gazetesine röportaj veren başbakan, -hani hepimiz ‘Türkiye’nin çoğunluğu Müslüman’ deriz ya- İslam ülkesi diye bahsediyor. Bizim medya ‘İslam Devleti dedi’ diye veriyor bunu. Erdoğan’ın laiklik karşıtı eylemlerinin delili olarak bu AK Parti’nin kapatma davası dosyasına girdi. AK Parti, AYM’de bu kupürle yargılandı. Ben bu tür sıkıştırmalara karşı mücadele veriyordum.  AK Parti bir baskı ve müdahale ile karşı karşıyaydı, iktidar ama muktedir değildi; muktedir olmasına da izin verilmiyordu. Medyada Erdoğan’ın sözlerinin yansıtılma biçimi, AK Parti’ye hayati tehlike teşkil edecek bir takım dosyalara dönüşüyor, AK Parti’ye siyaseten kast etmek için kullanılacak mühimmata dönüştürülüyordu. Ona fırsat vermemek için ben de hızlı bir refleksle açıklamalar yaparak onun önünü kesmeye çalışıyordum.

MEDYA CÜMLELERİ KESİP BİÇİYORDU

Bir başka örnek; Danıştay’da başörtüsü kararı alınmış bu arada da Diyanet’in imam kadrosu ile ilgili Danıştay aleyhte karar almış. Erdoğan eleştiriyor: Konuşmasının bir yerinde başörtüsü yasağı yönünde alınmış karara tepki gösteriyor ‘bunu doğru bulmadığını, buna uymak zorunda olduğunu ama saygı duymadığını’ söylüyor. Konuşmanın başka bir yerinde ‘Diyanetin imam kadrosuna ihtiyacı olup olmadığını Diyanet bilir siz bilmezsiniz efendiler, onu Diyanet’e soracaksınız’ diyor. Medya bunu Danıştay’ın başörtüsü kararına ‘efendiler bunu Diyanete soracaksınız siz bilmezsiniz ulemaya soracaksınız’ diye verdi. Ben de bunu hızlı bir şekilde düzeltiyordum ki bu aleyhte kullanılmasın.  Buna rağmen bunların hepsi dosyaya girdi ve AK Parti’ye kapatma davasında delil oldu. Yani o şartlar altıda görev yaptım. Sadece medya ilişkilerinden sorumlu değildim. Ben Başbakanlık Sözcüsü ve Danışmanıydım. İç, dış bütün konuşma notları benden geçiyordu, onların sorumluluğu da bendeydi.

BİR YILDA NE DEĞİŞTİ?

P.H.: Türkiye’de son dönemde semboller üzerinden siyaset yapılıyor. Ayasofya’nın açılması, Diyanet İşleri Başkanının hutbe konuşması hakkında neler söylemek istersiniz?

 A.B.: Sayın Cumhurbaşkanı, Ayasofya’nın açılma taleplerine geçen yıl başka bir tepki veriyordu. ‘Bunun getirisine götürüsüne bakmak gerektiğini, dünyada binlerce camiyi sıkıntıya sokacağını kendisinin bildiği başka şeyler olduğunu dolayısıyla bunu yapacak kadar istikametini kaybetmediğini’ yönünde keskin ifadeleri vardı. ‘Sultanahmet’i doldurdunuz mu? Çamlıca Camii’ni doldurunuz mu? Sıra Ayasofya’ya mı geldi?’ şeklinde tepkileri vardı. Bir yıl sonra Ayasofya’nın açılması Türkiye’nin varoluş meselesi olarak kamuoyuna sunuldu. ‘Ne değişti?’ şimdi haklı olarak herkes bunu soruyor.

AYASOFYA’DA HEDEF MİLLET İTTİFAKI MI?

31 Mart’tan önce Ayasofya’yı açmak ‘istikamet kaybetmekti’ Geçen yılki canlı yayında zaten bir bölümde namaz kılındığını söylüyordu. Ayasofya’nın ibadete açıldığı söylemi yanlış zaten orada ezan okunuyor, bir bölümünde namaz kılınıyordu. Ayasofya camiye çevrildi. Şimdi yeniden soralım; ne değişti de bir yıl sonra camiye çevrilmesini ülkenin diriliş ve varoluş meselesi olarak değerlendirilmeye başlandı. Yani iç siyasi sıkışmışlıktan kurtuluş yolu olarak mı ya da memleketin bir takım can yakıcı başka meseleleri var; ekonomideki kötüleşmeler, dış politikadaki sıkışmışlıklar… Onları konuşturmamak için mi? Bir sürü spekülasyona sebep olan bir durum bu. Benim aklıma yatkın olan fikir şu; AK Parti, 31 Mart seçimlerinde Ankara ve İstanbul’u niye kaybetti? Millet ittifakını bozamadığı için. ‘Teröristlerle kol kola’ dediler, İYİ Parti ile Saadet’i CHP’den uzaklaştıramadılar. ‘Ezan, cami düşmanı bunlar’ dediler. Saadet’i, CHP ile yan yana gelemez hale getirmek istediler yine olmadı. Beka söylemi işte ‘Bu ülke için hayat memat meselesi’ söylemi de tutmadı. Millet ittifakı ne tabanda ne tavanda bozulmadı. Ayasofya CHP’nin karşı çıkması halinde Saadet için CHP ile bir arada olmayı imkansız kılacak bir meseleydi.  İYİ Parti’de CHP ile yan yana durmakta çok zorlanırdı. CHP ile ilgili ‘ezan, cami düşmanı’ diye kara propaganda var. O yaftanın yakışacağı bir pozisyona CHP oturtulmuş olurdu ama CHP bu tuzağa düşmedi. Kılıçdaroğlu, ‘Beklediğiniz kabahat, şimdiye kadar neden açmadınız‘ dedi. Dolayısıyla boşa çıktı.

BU DENKLEM ÇOK ŞEYİ DEĞİŞTİRECEK

Millet ittifakını bozmadan AK Parti’nin bu dengeyi değiştirmesi mümkün değil. Ancak onları yan yana gelemez hale getirirse bir sonraki seçimin sonucu değişebilir. Eğer onların yan yana gelmesini önleyemezseniz, şimdi bir de AK Parti’den ayrılan DEVA ve Gelecek Partisi var. Onlar da Millet İttifakı’nın doğal ortağı olarak görünüyor. Seçimlerin sonucunun daha kötüye gidişini önleyemezsiniz. Bu denklemin bozulması gerekiyor. Spekülasyonlardan biri işte bu; Ayasofya ile Millet İttifakı’nın dağılmasının garanti formül olarak görülmesi.

DÜN İLE BUGÜN FARKLI SÖYLEMLER

Neticede AK Parti, dün söylediğinin tam tersini bugün savunur ve yapar hale geldi. Bu da doğal olarak bir sürü farklı değerlendirmeye yol açıyor. AK Parti, Ayasofya’nın camiye çevrilmesinin toplumda, siyasette ciddi bir etki bulabileceği beklentisi var. Bu nereden kaynaklanıyor; 70-80 yıllık birikim, sürekli bir telkin var. ‘Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi dış baskıya uluslararası baskıya boyun eğmek anlamına’ geliyor. ‘Tekrar bağımsız ve egemen ülke haline gelmek, özgürleşebilmek, zincirlerden kurtulmak için Ayasofya’yı yeniden camiye çevirmesi gerekir’ diye bir inanç, zaman içinde toplumun bir kesimine yerleşti. Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi özellikle muhafazakar çevrelerde hüzün vesilesiydi ve o üzüntü yıllar içerisinde telkinlerle kesin kanaate dönüştürüldü. ‘Zincirler kırılsın Ayasofya açılsın sloganı’ oradan çıktı. Ancak Ayasofya yeniden camiye çevrilirse Türkiye’nin bağımsızlaşabileceği düşüncesi oluştu. ‘Ayasofya camiye çevrildikten sonra daha mı bağımsız olduk, daha mı özgürleştik?’ derseniz; başkasını bilemem ama benim duygu ve düşüncemde bir değişim olmadı.

HİLAFET SÖYLEMİ COÇUKÇA ROMANTİZM

P.H.: Bazı basın yayın organlarında hilafet sözleri konuşulmaya başlandı. Ayasofya ile hilafet nasıl bağdaştırıldı?

A.B.: Bir takım özlemler var, Ayasofya’da camiye çevrildikten sonra ilk cumaya gidenler ‘Özlem bitti, yüz yıllık hasret bitti, kavuştuk, vuslat anı’ falan dediler. Şimdi Ayasofya bir özlemdiyse o duygu dünyası için hilafet de başka bir özlem. Yani bana sorarsanız çocukça romantizm, çünkü gerçeklik zemini yok. İslam dünyası ne zaman siyasi birlik içinde oldu ki bugün olsun. Hilafet dediğiniz İslam Birliği’ni temsil makamı. Ortada bir ve bütün bir ümmet yok ki. ‘Türkiye’yi şu an dünyada en çok karalayan ayağına çelme takmaya çalışan uluslararası güç odağı kim?’ diye sorsanız en başta Suudi Arabistan ve BAE geliyor. Hatta onlara ‘küresel çete’ diyorlar. Sen şimdi BAE ile bir araya gelemezken, onlarla adı konmamış soğuk savaş içindeyken nasıl hilafetten bahsediyorsun? Çocukluk fantezisi! Türkiye’yi din üzerinden kutuplaştırmak tehlikeli bir oyun. Din üzerinden kutuplaşma işlerine fırsat vermemek lazım. Bu saatten sonra siyasi getirisi olacağını zannetmiyorum ama olsa bile yazık olur, aklı başa almak lazım.

İKİ TARAFTA AK PARTİ’YE GÜVENSİZLİK İÇİNDE

AK Parti’nin verdiği tepki o açıdan isabetli. Cumhuriyetin temel niteliklerine demokratik sosyal hukuk devletin niteliklerine sahip çıktılar, hatta tartışma açılmasını yanlış buldular. Ama o tartışmayı açanlar durmadı o kampanya devam e diyor. Çünkü AK Parti’nin yaptıkları yapacaklarının garantisi ise bugün hilafet tartışması yapanlara ‘yanlış’ demesi o tartışmayı yarın kendisinin sürdürmeyeceği anlamına gelmiyor. AK Parti’nin savunduğu hiç bir şey yok ki tam tersini de savunmuş olmasın. Bu sebeple de bir güvensizlik var. AK Parti karşıtı da tarafı da bu söylemlere güvenemez hale geliyor. Taraftarları da güvenmiyor ki bu kampanya halen devam ediyor.

SİYASET BOŞLUK KALDIRMAZ

P.H.: İki yeni siyasi parti kuruldu bunlar ilerleyen süreçte Türk siyasetinde nasıl yol alacaklar, bu iki partiye gerek var mıydı?

A.B.: Şimdiden bir şey söylemek kehanet olur. Ne kadar maya tutacak, ne kadar kalıcı olacaklar bunlar henüz çiçeği burnunda partiler. Siyasette boşluk olmaz, Ekrem İmamoğlu nasıl umut haline gelebildi, heyecan uyandırabildi. Ya da Mansur Yavaş etrafında niye ümit haresi oluştu? Bir boşluk ve arayış vardı. AK Parti alternatifsizlikte yararlandı ama insanlarda hep bir seçenek arayışı, beklentisi vardı. AK Parti’den kopuşlar, AK Parti içinde de ümidin kaybolmasına bağlanabilecek bir durum. Yani Davutoğlu, Babacan; Gül gibi AK Parti’nin temel taşı sayılacak insanlar nasıl yollarını ayırma noktasına geldiler; umudu kestikleri için. Yani AK Parti’nin geri dönülemez biçimde başlangıç ilkeleri ve felsefesinden koptuğuna inandıkları için ayrıldılar. Eğer öyleyse o zaman AK Parti’nin koptuğu değerleri, duruşu siyasette temsil edecek yeni partilere zaten ihtiyaç doğmuş demektir.

MEDYA ‘KARTEL’DEN ‘TRÖST’E EVRİLDİ

Şimdi onlar o boşluğu doldurmaya talipler. Ne kadar göz dolduracaklar; bu gayretlerine, kendilerini anlatmalarına bağlı. AK Parti tabi daha önce benzeri görülmemiş bir şekilde medya üzerinde kontrole ve hakimiyete sahip. Eskiden ‘kartel medyası’ derdik biz şimdi ‘tröst medyası’ var. Medyada muazzam bir tekel oluşturuldu. O tekele rağmen, bunlar topluma ulaşmanın yollarını arıyorlar.

ANKARA VE İSTANBUL ALTIN TEPSİDE HEDİYE EDİLDİ

Örnek var; İmamoğlu bunu yapabildi. Adaylığından 4 ay öncesine kadar adı bilinmeyen bir kişi Türkiye’ye, dünyaya mal oldu. Biraz da iktidar medyasının katkılarıyla tabii sağ olsunlar onlar saçma sapan kara propaganda ile üstüne gidince büyüttüler. Geçmişte AK Parti’ye yapılanı, İmamoğlu ve Yavaş’a yaptılar. Hukuku araçsallaştırarak önlerini kesmeye çalıştılar. Bunların hepsi çok kıza zamanda mağduriyet hikayesi hediye etti ve altın tepside hediye ettiler. Yani iktidarın başarısıdır bu sonuç, kendi geçmişinden, tecrübesinden bile ders çıkaramamasının sonucudur bu. Şimdi yeni partilere böyle yapmamaya çalışıyorlar. Üstlerine çok gitmemeye, görmezden gelmeye çalışıyorlar ne kadar dayanabilecekler ona bağlı. Biraz onlara da el atarlarsa onlar da kendilerini daha rahat anlatma imkanı bulabilir. İktidar medyası büyük bir maden onları yardımsız bırakmaz, seslerini bir şekilde topluma duyurur, iktidar medyası muhalefetin en büyük umudu.

ÇARŞAMBA’DAN ÇIKAN OYLAR BUNUN GÖSTERGESİ

İktidar medyasının yanlış iktidar savunusu ve muhalefetin üzerine haksızca gitmesi muhalefeti belki normal şartlarda kendisini anlatamayacağı kadar iyi anlatıyor ve halkın gözünde büyütüyor. Yani CHP, Fatih Çarşamba’da oy alabiliyorsa, çarşaflı sarıklı insanların eli CHP’ye oy vermeye gitmişse iktidar medyasının işi ne kadar abarttığının göstergesidir bu. Yoksa CHP hayatta kendini o çarşaflı sarıklı insanlara anlatamazdı.

CHP VESAYETE KARŞI MÜCADELE VERİYOR

CHP bu arada kendi içinde değişim dönüşüm geçiriyor, Sadece vitrin olarak değil düşünce olarak da. Dün vesayete karşı mücadeleyi AK Parti savunuyordu bugün bunun bayraktarlığını CHP yapıyor. Roller değişti.

KILIÇDAROĞLU’NUN DOSTLARI

P.H.: CHP Kurultayında Kılıçdaroğlu’nun, ‘Dostlarımız’ açıklaması çok tartışıldı. ‘Dostlarımız’ sözünden kimleri anlamalıyız?

A.B.: Millet ittifakı bileşenlerini; Akşener’i, Karamollaoğlu’nu, Babacan’ı, Davutoğlu’nu hatta Demirtaş’ı, hepsini yani. Kılıçdaroğlu bu sözü ile muhalefet cephesini kast ediyordur.

P.H.: Türkiye’de tutuklu gazeteciler ve Demirtaş’ın tutukluluğu ile ilgili ne söylemek istersiniz?

A.B.: Yanlış buluyorum öyle söyleyeyim.

TÜRKİYE BELİRSİZLİK İÇİNDE

P.H.: Bugünden baktığınızda yarını nasıl görüyorsunuz?

A.B.: Bugün gibi görüyorum bir değişiklik görmüyorum ama bunu yarın için söylüyorum. Zira Türkiye muazzam bir belirsizlik içinde, üç gün sonrasını görebilmek mümkün değil. Büyük bir sis bulutunun içinde yaşıyoruz. Burnumuzun dibini göremeyecek haldeyiz öyle altı ay, bir yıl sonrasını göremeyiz. Erken seçimi olası görmüyorum ama kefil olur muyum? Olmam! Türkiye epey bir zamandır irrasyonalite alanında siyaset yapılan bir ülke, rasyonel siyaset yapılan bir ülke değil. Belirsizlik ve saçmalık ortamındayız, Türkiye’de her şey olabilir. dolayısıyla taş da çıkabilir ayı da düşebilir yani…

KAYNAK: POLEMİK HABER

Editör: Haber Merkezi