İBB Meclisi'nin Ocak ayı üçüncü toplantısı, Yenikapı'daki Dr. Mimar Kadir Topbaş Gösteri ve Sanat Merkezi'nde yapıldı. İBB Meclisi 2'inci Başkanvekili Ömer Faruk Kalaycı başkanlığında toplanan mecliste, Kanal İstanbul gündeme geldi.

Toplantıda söz alan İmar Komisyonu Üyesi ve Küçükçekmece Belediye Başkan Yardımcısı Mahmut Sedat Özkan, Kanal İstanbul’un hayata geçirildiğinde geri dönüşünün olamıyacağı türden çevresel sorunlarla karşı karşıya kalınacağının altını çizdi. Bilim insanları ve uzmanların karar vermesi gereken bir proje hakkında siyasetin inat ettiğine vurgu yapan Özkan, projenin bir ısı adası oluşturarak, dünyada devam eden iklim krizinin etkilerini daha da derinleştireceğinin altını çizdi.

ISRARIN SEBEBİ İNŞAATA DAYALI BÜYÜME MODELİ

Sedat Özkan; “Kanal İstanbul Projesi’nin temelinde inşaata, betona dayalı bir sistemi sürdürebilme ve bunu geliştirebilme inadı olduğunu düşünüyorum. Projeyi ayakta tutmak ve bir an önce hayata geçirmek için sergilenen çabanın en önemli sebeplerinden biri 2008 krizinin yarattığı ucuz kredi olanaklarıdır.  İnşaata dayalı büyüme modelinin sürdürülmesi ile ilgili siyasi tercihte bulunulmaktadır. Bununla ilgili olarak yeni bir yöntem oluşturmamak, başka çare aramamak bu tercihi ayakta tutmaya neden oluyor.

AP PARTİ KENDİ HAZIRLADIĞI İMAR PLANINA SAHİP ÇIKMIYOR

 Özellikle dikkat edilmesi gereken bir konu var. İstanbul’un imar anayasası diye sahip çıktığımız ve İBB tarafından hazırlanan  bir çalışma var. 2009  yılı öncesi koşullarında birçok bilim insanı tarafından bilimsel ve akademik verilere dayalı, planlama tekniğine uygun olarak hazırlanmıştı.  Rahmetli Belediye  Başkanımız Kadir Topbaş’ın,  ‘Benim büyük projem İstanbul'un 50 yıllık Anayasası’ diye ısrarla üzerinde durduğu,  1/ 100000’lik Çevre Düzeni Planı’na, Kanal İstanbul Projesi olduğu gibi aykırıdır. “ diye konuştu. Özkan bu sözleriyle, Ak Parti’nin bugün geçmişte kendisinin hazırladığı 50 yıllık İstanbul planına karşı mücadele ettiğini kendilerininde bu planın arkasında durduklarını savundu.

“BEDELİ KUŞAKLAR BOYUNCA ÖDENECEK”

İmar Komisyonu Üyesi CHP’li Sedat Özkan, “ Kanal İstanbul Projesi hayata geçtiği takdirde, başta İstanbul olmak üzere, Marmara Denizi'ne kıyısı olan tüm bölgelerde geri dönülmez ve bedeli kuşaklar boyunca ödenecek bir çevresel tahribata yol açacaktır.” derken,  kanal projesinin 27  Nisan 2011 tarihinde kamuoyuna  açıklandığını belirtti.

Özkan, “İstanbul’un anayasası dediğimiz planın kabul edildiği tarihten 2 yıl sonra Kanal İstanbul Projesi Türkiye'nin gündemine oturdu .Hemen arkasından, 04 Temmuz 2011 tarihinde 27984 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan şekli ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kuruluşu 644 Sayılı Kanun Hükmündeki Kararname ile geliştirildi. 2009 yılında, hepimizin de ısrarla savunduğu ve savunması gereken bir Çevre Düzeni Planı’mız mevcuttu. Ancak, 2011 yılında Kanal İstanbul projesi kamuoyu ile paylaşıyor. Sonra, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kuruluşu ile ilgili yeniden bir kanun hükmünde kararname, yeni çalışma sistemi ve yöntemiyle Türkiye’nin gündemine oturuyor. Daha sonra, bir çoğumuzun hayatında olan 6306 sayılı yasa yürürlüğe giriyor.Yasayla birlikte ‘Yeni Şehir Projesinin’ yani Kanal İstanbul'un sağındaki, solundaki yerleşime açılan yerlerle ilgili rezerv yapı alanı kavramı gündemimize giriyor. O zamana  kadar rezerv yapı ve 6306 ile ilgili bir çalışma yok.

Yasa gereği bu kanun uyarınca gerçekleştirilecek uygulamalarda,  yeni yerleşim alanı olarak kullanılmak üzere TOKİ veya Bakanlık talebi ile rezerv yapı alanları ayrılıyor.” diyen Özkan bir iddia ortaya attı.  Özkan’a göre;  afete karşı alınacak önlemlerle ilgili hayata geçirilen yasalar da Kanal İstanbul’un yasal zemini için hazırlanmış. Özkan ayrıca;  rezerv yapı alanlarındaki tarım alanlarının, tarım dışı kullanımının önünün açıldığını, Mera Kanunu’nun değiştirilerek,  halkın ortak alanlarının Toplu Konut İdaresi’ne teslim edildiğini söyledi.

KANAL MI, YENİ  YERLEŞİM ALANI MI?

Sedat Özkan, Kanal İstanbul'un çevre ile ilgili tahribatının yaratacağı sıkıntılardan ziyade, bu yasalarda ve uygulamada yapılan değişiklikler hususunda  izlenen yolu  takip etmek gerektiğine dikkat çekti. Özkan,  “  Yasa değişikliklerini  izlersek ve dinlersek, yapılmak istenen projenin nereye varacağı konusunda, daha doğru bir kanaat  sahibi oluruz diye düşünüyorum. Rezerv yapı alanındaki bu mülkiyet değişikliği sonrası 2017 ve 2018 yılları boyunca tartışmalı ÇED süreçleri devam etti. 2011 yılında bu Kanal İstanbul kavramı kamuoyunun gündemine geldi.  2018 yılında 2019'da ÇED’le ilgili süreçler bu anlatmaya başladığım hukuki ve yasal süreçler ile birlikte toplumun gündemin de olmaya başladı.” dedi.

Özkan; Kanal İstanbul’un  uzunluğunun 45 kilometre, en geniş yerinin 400 metre olduğunu  ancak rezerv yapı alanının 10 ilçeyi, 19 mahalleyi, 350.000 nüfusu ilgilendiren bir alana sahip olduğunu söyledi. Şu anda bu alanın sadece yüzde 4’ünün yerleşim alanı olduğunu, geri kalanının ise tarım alanı, çayırlık, fundalık, orman alanı, ağaçlık alanı, mera ve göl alanından oluştuğunu belirtti.

VATANDAŞ KANAL DEĞİL, İMAR PLANI İSTİYOR.

Kanal İstanbul güzergahının  geçtiği alanda yaşamını sürdüren, tarım ve  hayvancılık üzerine işlem yapan vatandaşların önceliği Kanal İstanbul değil. Başakşehir’deki, Arnavutköy’deki vatandaş imar planı istiyor. Onlar; yaşanabilir sosyal donatı alanlarına kavuşmayı talep ediyorlar. Dünyadaki örneklerine bakıldığı zaman;  deniz ulaşımını kısaltmaya, düzenlemeye yönelik olarak önerilen hiçbir kanal projesinin çevresinde, Kanal İstanbul örneğinde olduğu gibi yoğun bir yerleşme örneğine rastlanmamaktadır.

“TARIMSAL ALANLAR VE SU KAYNAKLARI YOK OLACAK”

Sedat Özkan, bu alanların kurguya göre afet riski altında olduğu için planladığını, fakat ne yazık ki imara açıldığını vurguladı. İmara açılan yerlerle ilgili ne kadar ek bir nüfusun geleceğinin kestirilemediğini ama 2 milyona yakın bir nüfusun yerleşebileceğini söyleyerek şöyle devam etti:  “200 bin kesilecek ağaç var. 150 milyon metrekare kaybedilecek tarım ve mera alanı var. Yok olacak tarihi sit alanları var. Yok olacak tarihi miraslar var. İstanbul'a çok pahalıya mal olan su kaynaklarının yok edilmesi söz konusu olacak. İstanbul'a yeni ulaşım yükü, hava kirliliği, trafik stresi ve benzeri etkiler gelecek.

Bizlerin sahip çıkması gereken 2009 yılındaki Çevre Düzeni Planı ise ne diyor? ‘İstanbul'un kuzeye doğru gelişmesine neden olacak kentin doğal ve tarihi yapısını bozacak uzun dönemde ulaşım ve yerleşimi oluşturacak dikey yerleşim kararlarından kaçınılması lazım. 2009'daki plan bunu diyor, 2019'daki plan ise tam tersi bir alanı imara açıyor. Bununla ilgili kararı alan bizleriz. ‘Tarım ve mera alanlarının, alanların amacı dışında kullanımının engellenmesi’  gerekir. Tarım ve Mera alanları TOKİ adına tapulandı. Çıkan yasayla,  bundan sonraki süreçte TOKİ'nin elinde olan bu yerlerin, tekrar yapılaşması ve mülkiyetinin el değiştirmesi söz konusu. Tarımsal alanların yok edilmemesi lazım. Ne yazık ki yok ediliyor. İstanbul ormanlarının daha iyi korunabilmesi için muhafaza ormanı statüsüne alınması gerekir. 2009’daki çevre düzeni planında rahmetli Kadir Başkan’ın zamanında onaylanan Çevre Düzeni Planı’nda ormanları bırakın korumayı, muhafaza altına alınması böyle bir statü değişikliğinin yapılması öngörülüyor. Ne yazık ki orman alanları imara da açılıyor. Şu andaki içme suyu havzamız, Sazlıdere Barajı  gözden çıkarılıyor ve imara açılıyor. Sonuç olarak, yaşanabilir bir İstanbul'un önceliği tatlı su kaynakları, hava kalitesi, kültürel peyzajlar ve ekosistemin sürdürülebilirliği iken, projede bu özellikler ve öncelikler gözardı edilmiştir.

“TOPLUMUN GERÇEK İHTİYAÇLARINA CEVAP VEREMİYOR”

Gayrimenkul sektörü yoluyla ekonomiyi canlandırmak çabalarının politik bir ürünü olarak ortaya çıkan Kanal İstanbul Projesi’ne, ben  ‘ Yenişehir Projesi’ diyorum.  Proje toplumun gerçek ihtiyaçlarına cevap verememektedir.  1/100000 ölçekli Çevre Düzeni Planı değişikliği iyi araştırılmış, doğru tasarlanmış bir planlama çalışmasına dayanmamaktadır. 

Önerilen işlevler ve yer seçimleri planlama tekniği açısından hatalıdır. Projenin İstanbul'un kültürel ve doğal değerlerine, arkeolojik alanlarına, tarım ve orman alanlarına, su havzalarına;  telafisi mümkün olmayan ve geri dönüşemeyecek bir zarar vereceği açıktır.  Bu projenin hiçbir boyutunda kamu yararı yoktur.” diye konuştu. TAYFUN ERCAN- KENT YAŞAM

Editör: Haber Merkezi