Hazırlığı, aday belirlenmesi, seçim süreci, oy kullanımı ve sonuçları itibariyle en tartışmalı seçimlerden biri, belki de en tartışmalısı olan 30 Mart Yerel Yönetimler İdari Seçimleri; sonucundan çok kafalara takılan sorularla yerini aldı.

Örneğin; İstanbul'da 30 Mart 2014 Yerel Yönetimler Seçimi'ni kim kazandı? Oyunu yüzde kırkın üstüne taşıyan ve mevcut 13 ilçe başkanlığını koruyarak Beylikdüzü'nü de ekleyen Cumhuriyet Halk Partisi mi; yoksa bir ilçe belediyesi kaybetmesine karşın büyükşehir dahil tüm belediyelerini koruyan ve oyunu bir önceki seçime göre beş puan artıran Ak Parti mi?

Parti genel merkezi, il ve ilçe örgütleri, başkanlık ve meclis üyelikleri için aday olanlar, Mustafa Sarıgül ve TDH gönüllüleri ile MHP dahil merkez sağdan ciddi anlamda destek veren bileşen mi başarılı oldu; yoksa Saadet Partisi ve Kürt oylarını aldıktan sonra neredeyse tek başına cansiperane savaş veren Recep Tayyip Erdoğan mı?

Soruyu şöyle de sorabiliriz: İstanbul seçmeni hangi kriterlere göre oy verdi? Ya da; oylar gerçekten verildi mi, verilen oylar yerine tastamam ulaştı mı?

Veya; seçim yerel ise Ak Parti neden her yerde sadece liderini ön plana çıkardı? Adaylarına mı güvenmiyordu yoksa başka duygusal hesaplar mı vardı?

İstanbul seçmeninin tercihinde neler rol oynadı? Mesela; 'yolsuzluk', 'rüşvet', 'karapara aklama', 'emlak vurgunları', 'rant oyunları', 'Gezi Parkı direnişi ve bu doğrultuda uygulanan zulümler', 'doğa katliamları', 'camide içki içtiler türü yalan olduğu açığa çıkan iddialar', 'hakaret ve aşağılama içeren sözler' ve 'savaş çıkarma' oyunları... gibi saymakla bitmeyecek olumsuzlukların etkisi nasıl oldu?
Oylar arttığına göre, menfi bir şey yok demektir.

Cemaatle girişilen paylaşım kavgasının ortaya çıkardığı rezilliklerin de herhangi bir olumsuz etkisinin olmadığı ortada.

Kimi pazarlıklar sonucu ve sürekli olarak dillendirilen 'barış süreci' söylemleri iktidar partisine ne kadar bir katkı sundu? Bu katkının karşılığı kamu oyunda dillendirildiği gibi birkaç bin personel alımı mı yoksa süreçle ilgili başka şeyler mi?

Yardımlar; paralı mitingciler, kömür, makarna fırsatları veya mahrum kalma korkusu mu yönlendirdi yoksa insanları Ak Parti'ye oy vermeğe?

Tersine; başından sonuna kadar şeffaf olmaktan, temiz olmaktan, dürüst olmaktan söz eden ve hesap vermeği onurlu bir görev sayacağını ilan eden, bunun için her tür sözü, garantiyi veren CHP neden yeterli ilgiyi görmüyor?

Barış, kardeşlik, özgürlük, onur gibi kavramların bizim insanımızda karşılığı bu kadar mı az?

Ya sandık oyunları; sahte oy pusulaları, mühür çalmalar, sandık değiştirmeler, tutanaklarla ve birleştirme sırasındaki listelerle oynamalar ne kadar etkili oldu?

Sahi 30 Mart 2014 seçimi ne ifade ediyor?

Şimdi, 'iktidar partisi bu kadar oyu (%44) nasıl aldı ve diğerleri neden alamadı' diye sormayacak mıyız?
Zan altında olan, maddi manevi her türlü kirlenmişlik iddiasıyla karşı karşıya kalan ve 11 yıllık genel, daha fazla yerel iktidar yıpranması yaşayan; protestolar, yuhalamalar, 'hırsız var' nidaları korkusuyla doğru dürüst seçim çalışması yapamayan iktidar partisi bu kadar başarılı oluyor da; bütün bunlardan muaf olan muhalefet partileri neden başaramıyor?

Medya mı?
Sandık oyunları mı?
Sistem mi?
Hırsızlık ve usulsüzlükler mi?
Mağduriyet söylemleri mi?
Nemalanmalar mı?

Nereden geliyor bu başarının sırrı, bilmek zorundayız. Özellikle diğer siyasal partilerin bilmesi gerekir. Bilmeliler ki düzgün bir şeyse örnek alsınlar, yamukluklar içeriyorsa üstüne gitsinler.
Öte yandan; adının konmasında sıkıntılar yaşansa da Fethullah Gülen liderliğindeki cemaat ile iktidar partisi daha doğrusu Başbakan ve çevresinin kavgası nasıl oluyor da olumlu etki yapıyor?

Yapılanlar -ki kavga edene kadar birlikteydiler- hiçbir şekilde tasvip edilmese, ahlak ve hukuk açısından doğru bulunmasa da sonuçta yenilir yutulur cinsten iddialar, tapeler, görüntüler dolaştı orta yerde. Hele son olarak Suriye ile savaş çıkartma yönündeki hiçbir ölçüye sığmayan rezillik tek başına birkaç hükümet düşürmeye yetecekken nasıl oluyor da olumlu etkisi görülüyor?

Bir yerlerde insan aklının, mantığının, tarihsel gelişiminin tersine işleyen garip bir süreç yok mu?

Hadi diyelim ki hükümet yüzsüzlük yaptı, bütün delillere rağmen yokmuş gibi davrandı; medya ve toplum kesimleri üzerinde baskılar uygulayarak durumu idare etti; sandığa giden yurttaşa ne oldu peki?
Yoksa yurttaş da aslında o doğrultuda oy verdi de yansıması mı farklı oldu? Yani 12 yıl önce AKP yokken bu ülke yok muydu ki şimdi iktidardan düşerse ülke de yok olsun? Veya bu ülkede müslümanlık bu hükümetle mi geldi de bunlarla gitme korkusu yaşansın?

Gördüğünüz gibi say say bitmiyor sorular...

O zaman şu ortaya çıkıyor, olay o kadar da basit değil. Üzerinde araştırmalar yapılacak, tezler yazılacak, kitaplar kaleme alınacak ve olumlu-olumsuz projeler geliştirilecek kadar çetrefillidir.
İşin özü gerçekten açıklanabilir, sorular yanıt bulabilirse çözüm üretme şansı da doğacaktır elbette.

Seçim ve şaibenin bu denli iç içe geçtiği bir süreç, zaten çok fazlaca yıpratılan güven ortamına ve kurumların güvenirliliklerine zarar üstüne zarar veriyor.

Gelişmelere, yaşananlara, sonuçlara baktığınız zaman gerçek anlamda insanın içi üşüyor. Biz kime güvenebileceğiz bu ülkede? Her sınavımız, her seçimimiz, her işimiz kuşku dolu, şaibe dolu, rezillik dolu, ahlaksızlık dolu olmak zorunda mıdır?

Ve yukarıda sayılan kirliliklerin tamamı neden tek adresi gösteriyor? Başarının gerçek sırrı bunlar mı yoksa?

Sizin de kafanız böcelendi, kalbiniz sıkıştı değil mi?

Demek ki şu andaki halimizle bütün bu kirliliklere müstehakız!

Sahi İstanbul'u kim kazandı şimdi?

Başta halk olmak üzere; tuzaklarla, kirliliklerle, hukuk ve ahlak dışı uygulamalarla demokrasi ile baskılardan başını kaldıramayan özgürlükler kaybettiğine göre; kim kazandı?

Bunları gözardı etmeden, ama gerçeklerden de kopmadan şunları söylemek gerekiyor: Artık lüzumsuz tartışma zamanı değil, ortak akıl ve bilim ışığında problemin köküne inme ve bilim namusu doğrultusunda çözümler üretme zamanıdır.

'Falan gitsin, fulan gelsin' türü yaklaşımlar ise tam anlamıyla işi sulandırmaktan ve kişisel ikbal aramaktan başka bir anlam ifade etmez. Ortada bir deprem var, enkaz var ve ülkesini, geleceğini düşünen sorumluluk sahibi her yurttaş elini taşın altına sokmalıdır.

Unutmayalım lütfen; bu ülke ucuz, günlük ve kişilere dayalı çözümler üretme kolaylığı sayesinde bu hallere geldi. Sil baştan ve yepyeni bir yapılanma ile geleceği inşa etme namuslu, sorumluluk sahibi her yurttaş için kaçınılmazdır artık. Yoksa her seçim, her sınav bir öncekini aratır duruma gelir ve giderek bunlara gerek de kalmaz...