Uzun yıllar çizgi roman, karikatür ve resim çalışmalarında bulunup, eserleri birçok yaygın basın ve dergide yayınlanan usta sanatçı Ersin Burak’la çizgi dünyası ve resim üzerine sohbet ettik. Son dönemde çalışmalarını Atatürk portreleri yapma konusunda yoğunlaştıran Ersin Burak, “Mustafa Kemal Atatürk ülkemizin kurtarıcısı ve kurucusu büyük bir liderdir. Onu her yönüyle seviyorum ve herkesin de sevmesini istiyorum. Atatürk tablolarımı da bu sevgi ve minnet duygusu ışığında yapıp, diğer tablolarımdan daha fazla özeniyorum” dedi..

Resim çalışmalarını İstanbul Tuzla’daki evinde oluşturduğu mütevazi atölyesinde sürdüren Ersin Burak, yönelttiğim soruları içtenlik ve samimiyetle yanıtladı. Resim sanatına yarım asırdan fazla emek veren Burak, günümüz medyasının çizgi sanatına olan duyarsızlık ve ilgisizliğinden yakındı.

ESKİDEN ÇİZERLER BİLEĞİNE GÜVENİRDİ

-Çizerlik yaptığınız dönemdeki medya ile şuanki medyayı kıyaslar mısınız? Özellikle çizerlik ne durumda?

-Eskiyle şimdi arasında çok büyük fark var. Bunlar genelde teknolojik farklar tabi. Dijital sistemi kullanabilen hemen hemen herkes çizerlik yapabiliyor. Eskiden öyle değildi, tamamen bilek işiydi. Bileğin iyiyse, desenin güçlüyse, akademik eğitim de aldıysan güzel işler çıkarıyordun. Çekirdekten yetişenler de vardı ama onlar bir yere kadar gelebiliyorlardı. Akademik eğitim tabiki büyük katkı sağlıyor. Bakış açın değişiyor. Renkleri daha iyi kullanıyorsun.

-Teknoloji, sanatınıza nasıl etki yaptı, yeni sanatçılar yetişmesini engelledi mi?

-Hayır, daha yararlı oldu. Ancak yetenekle, dijital imkanları kullanarak elde edilen başarı farkı ortaya çıktı. Yetenekli kişinin başarısıyla, dijitali kullanarak sonuç elde eden arasında bir fark olması lazım, burada dijital farkı kapattı. Hatta renklendirme ve tasarım konusunda üste çıkardı. Sanatçıya daha büyük bir pencere açtı.

DİJİTAL İMKANLAR İŞİMİZİ KOLAYLAŞTIRDI

-Mesleğe yeni başladığınız gençlik yıllarınızda harcadığınız efor daha fazla mı oluyordu?

-Tabiki daha fazla oluyordu. Zaman açısından da, ortaya çıkan işi sahibine iletmek bakımından da fark vardı. Şimdi çizdiğimiz sayfayı dijital imkanlar sayesinde anında ulaştırılması gereken yere iletiliyoruz. Gazeteyse gazeteye, dergiyse dergiye.. Evde hazırladığımız bir çalışmayı kalkıp arabayla gazeteye götürme gibi bir derdimiz yok artık.

-Eseri ortaya çıkarma olayı, yani çizme konusunda durum nedir? Dijitalin etkisi ne oldu?

-O yine sanatçının yeteneğine bağlı. Teknolojiyi ne kadar bilirsen bil, desenin olmadıktan sonra çizemezsin. Nasıl çizeceksin ki..?

-Çizmeye yeteneği olan gençlerin ortaya çıkarılıp, kazanılması konusundaki imkanlar eskiye göre nasıl şuan?

-Geçmişte usta-çırak ilişkisi vardı. Tıpkı benim, ağabeyim Sezgin Burak’ın yanında yetiştiğim gibi. Her ne kadar usta bildiğin kişi kalemi elinden alıp ‘öyle çizilmez oğlum, böyle çizilir’ dese bile yine de olay senin yeteneğine kalmış bir şeydi. Oysaki dijital sistemde öyle bir hoca yok, sadece ekrana gelen örnek sayfalar var. Bunlardan faydalanabiliyorsun. Şuan akademik eğitimde ekranlar kağıttan çok daha önemli.

ÇİZGİ SANATÇILARINA ARTIK GAZETELERDE YER VERİLMİYOR

-Medyanın çizerlere yaklaşımı eskiye göre nasıl? Gazete yöneticileri çizgiye ve çizere önem veriyor mu?

-Maalesef ki artık çizerlerin gazetelerde sanatlarını göstermeleri için bir zemin yok. Sanatçıdan istenen bir şey de yok. Eskiden gazetelerde çizgi romanlar yayınlanırdı, bant karikatürler vardı. Birinci sayfalarda karikatürler olurdu.. Artık bunları ne isteyen var, ne de yayınlayan..

-Bunu tüketen neden ne oldu?

-Tüketen neden, sistemin modernleşmesi, yani dijitale geçme olayı, bir de insanlardan kaynaklanıyor. Mesela benim çalıştığım dönemlerde bazı gazete yöneticileri çizgi romana karşıydı. Neden karşıydılar? Çünkü çizgi roman çizen kişi gazetenin içinde sanatıyla diğerlerinden biraz daha farklılık kazanıyordu. Ben öyle görüyordum.

-Az bulunan bir yetenek olduğu için yeri de farklı oluyordu sanırım..

-Tabiki.. Atsan atamıyor, satsan satamıyorlardı. Bizi bir muhabir gibi istedikleri gibi yönlendiremiyorlardı. Yalnızca denetleyebiliyorlardı ancak “şunu çiz, şöyle çiz” deme durumları yoktu.

ESKİ GÜNLERİ HATIRLAYANLAR ÇİZGİ OLAYINI ÖZLÜYOR

-Şuan toplumun bakışı nasıl çizgi olayına?

-Toplum özlem duyuyor. Ama tabi bu olay geçmiş dönemi bilen, hatırlayan ve sevenler için geçerli. Çizgi roman okumayan bir insan gazetede böyle bir şeyin eksikliğini duymaz ki.. Gazeteler de eskisi gibi değil artık, içerik çok zayıf.

-Bunu yeni nesillere göstermek, anlatmak ve sevdirmek için ne yapmak lazım?

-Bence elde kalan kişilerle diyalog sağlayıp, onlardan yeni ürünler almaya çalışmak gerek. Zamana uygun yeni çalışmalar yapılmasını sağlamak ve onları yayınlamak lazım. Gazete sayfalarında olmasa bile hiç olmazsa kitap ya da dergi olarak okuyucuya ulaştırmak gerek. Mesela Önder Çakı arkadaşımız tarafından kurulan Çizgi Roman Okurları Derneği bunun için yaşama geçirildi. Yeni talepleri karşılamak için etkinlikler düzenleniyor. Genç nesille, yaşayan çizerler buluşturulup, etkileşmeleri sağlanıyor. Amaç gençlere çizgi romanı sevdirip, çizgi romana yönlendirmek.

-Çizgiyle yazıyı kıyasladığınızda hangisinin anlatım gücü daha fazla?

-Yerine göre değişiyor. Ancak bazı durumlarda çok yazı yazarak anlatmak yerine bir iki çizgiyle vereceğiniz mesajı verebiliyorsunuz. Mesela Turhan Selçuk, o günün önemli olaylarını birkaç karelik karikatürle çok güzel anlatıyordu. Yani birkaç karelik bir çizgi, sayfalar dolusu anlatımın yerini tutabiliyor. Ama bunu edebiyatla karıştırmamak gerek. Edebi eserlerin yerleri farklı..

ATATÜRK’Ü HER YÖNÜYLE SEVİYORUM

-Siz aynı zamanda ressamsınız. Çok güzel, özgün eserleriniz var. Son dönemde de özellikle Atatürk’ün hiçbir yerde olmayan portre ve boydan resimlerini çiziyorsunuz. Atatürk resimlerine yönelmenizin özel bir nedeni var mı?

-(Gülüyor.. )

-En can alıcı yerden sordun.. Tabiki var.. Bizim eğitim sistemimizde Atatürk’ü tanıma ve sevme olayı zaten daha ilkokuldan itibaren başlıyor. Çünkü vatanı kurtaran, devletimizi kuran bir önder olarak seviyoruz. Ama daha ileri yaşlarda farklı yönleriyle tanımaya başlıyoruz. Devrimcilik yönünü görüyoruz. Kemalizm devreye giriyor. Beni sürükleyen de o zaten. Kısacası Atatürk’ü her yönüyle çok seviyorum.

-Atatürk’ün duruşunu, bakışını ve özellikle de yüzündeki ifadeyi tuvale çok iyi yansıtıyorsunuz. Anladığım kadarıyla içinizdeki Atatürk sevgisi, bu konudaki başarınızın temel nedeni.

-Aynen öyle. Atatürk’ün resmini hakkını vererek yapmak için önce onu sevmek gerekir. Zaten benim özelliğim bu. Ben sevmediğim bir şeyi yapamam. Örneğin reklam ajansında çalışırken birçok sipariş iş yaptım ama severek yapmadığımı beceremedim. Bazen bana zorla portre resmini yaptıranlar olurdu, benzetemezdim. Ama peşinen söylerdim, yapamam diye. Bence başarının kökeninde de sevgi var. Sevgi olmadıkça başarı kazanılamaz. Yapay olur zaten..

ATATÜRK’Ü SEVMEMİZİN BİR NEDENİ DE SANATA VE SANATÇIYA DEĞER VERMESİDİR

-Atatürk’ün sanata ve sanatçıya değer vermesinin, sizin üzerinizde ayrı bir etki uyandırması nedeniyle onun resimlerine daha bir özen gösteriyor olabilir misiniz?

-Elbette, başta da söyledim zaten. Atatürk’ü sevmemiz için o kadar çok neden var ki. Bunlardan biri de sanata ve sanatçıya önem vermesi. Sanatı seven, sanatçıya değer veren ve onu destekleyen büyük bir lider.

SANATA YÖNELMEMDE AİLEMİN OLUMLU KATKISI ÇOK OLDU

-Sizi resim sanatına yönlendiren ne oldu. Ailenizin katkısı ve teşviki var mı bu konuda?

-Güzel bir konuya temas ettiniz. Sanat olayında aile kavramı çok önemli. Mesela benim resim sanatına yönelmemde ve başarılı olmamda annemin olumlu yaklaşımının çok fazla katkısı oldu. Beni devamlı teşvik etti. Yaptığım resimleri beğendi, daha iyisini yapacağımı söyledi. Takdir edilme duygusu beni yüreklendirdi. Diğer derslerdeki başarısızlığımı resimdeki başarımla örtüyordum. 

-Demekki sizin sanata karşı ilgi ve yeteneğiniz vardı ki övgü ve beğeniler de sizi tamamen o yöne yönlendirdi.

-Görsel sanata karşı müthiş bir ilgi ve yeteneğim vardı. Heykeli de çok severdim. Çocukken çizgi roman çok okurdum. Annem bana çizgi roman alırdı, okumam için.

Çizgi romanları size anneniz mi getirirdi?

-Tabi.. Adapazarı’nda köyde kaldığımız dönem, yani ilkokul üç ve dördüncü sınıflarda, şehir merkezine indiğinde bana çizgi roman dergileri getirirdi. Ağabeyim Sezgin Burakda İstanbul’da öğrenciyken dünya klasiklerinin çizgi romanlarını getirirdi. Ben Troya’yı ilk defa o yaşlarda okudum. Güzel Helen, Paris, Hektor, ta o zamanlardan aklıma girdi. Şimdi de Troya Destanı adlı resim sergimi oluşturan tablolar yapıyorum.

-Benim annem çizgi romana karşıydı. Psikolojimi bozacağını düşünerek Teksas Tommiks’lerimi sobada yakardı. Oysaki bendeki okuma sevgisi onlarla başladı. Çizgi romanla birlikte çocuk hikaye kitaplarını da okudum. Demekki ebeveynlerin bu konuda çocukları kısıtlamaması gerekiyor.

-Elbette. Çizgi roman okumak çok yararlı. İnsanın hayal dünyasını geliştiriyor. Senin annen seni korumak, ‘bunlarla vakit kaybetme derslerini çalış’ diyerek öyle davranıyor, benim annem de çizgi romanı sevdiğim ve bu konuda yeteneğim olduğunu bildiğinden yönlendirme adına öyle davranıyordu.

-Sizi ilk keşfeden anneniz olmuş demek ki. Anneniz de yolunuzu açıp, önünüzü aydınlatmış.

-Tabi ağabeyimin gelişmemde çok katkısı oldu. Ancak o bir dönem yönetmem olmamı da istedi. “Atıf Yılmaz’la çalış” dedi. Olabilirdi ama ben kabul etmedim. Aslında yönetmenliği de çok seviyordum. Daha sonraki dönemlerde pek çok animasyon ve filmin yönetmenliğini de yaptım.

EĞİTİM SİSTEMİNDE ÇOCUKLARIN İLGİ VE YETENEĞİNE GÖRE YÖNLENDİRİLMESİ GEREKİR

-Genç nesillere ressamlık ve çizgi konusunda ne önerirsiniz?

-Görsel sanatlar güzel bir olay. Zaten sanatın her çeşidi güzeldir. Anne babalar çocuklarında bu yönde bir eğilim ve yetenek gördüklerinde kesinlikle desteklemesi gerekir. Önceden bazı ebeveynler çocuklarının bu tür şeylerle ilgilenmesine olumlu bakmaz, boşuna zaman kaybı olarak görürlerdi. Ancak anne-babanın desteği yetmez, asıl olay eğitim sisteminde başlıyor. Eğitim sisteminde çocukların ilgi ve yeteneğine göre yönlendirilmesi gerekiyor. Örneğin ben ortaokuldan sonra liseyle uğraşmak yerine kendi yeteneğime göre akademinin lise kısmında görsel sanatlar eğitimi alabilirdim. Eskiden de bu imkan vardı zaten. Yetenek sınavıyla alıyorlardı. Öyle olsaydı çok daha önceden piyasaya girmiş olacaktım. Fakat ancak üniversitede bu konuda akademik eğitim alabildim ve ondan sonra gerçek anlamda iş bulup, çalışmaya başladım.

-Yine de benden şanslısınız. Çünkü teknik lise makine bölümünü bitirip, bir yıl öğretmen okulu sosyal bilgiler bölümünde okuduktan sonra gazetecilik okuluna geçen ben, eğitim sistemimizdeki yönlendirme sorununun gazabına uğramış biri olarak karşınızda duruyorum.

USTA SANATÇILARIN ÖĞRENCİLERLE BİR ARAYA GETİRİLMESİ GEREKİR

-Peki, günümüzün eğitim ve sosyal politikasının sizin gibi sanatçılara yaklaşımı nasıl?

-Türkiye’de diğer birçok konuda olduğu gibi bu tür şeylerde de problem yaşanıyor. Beni bir süre önce mezun olduğum akademiden aradılar ve kuruluşunun kırkıncı yıldönümü vesilesiyle düzenlenen törene davet ettiler. Gittim bana da eski mezun biri olarak plaket verdiler. Aslında akademilerin ya da şimdiki adıyla güzel sanatlar fakültelerinin, toplumda yer edinmiş, ürün veren bizim gibi sanatçılarla ilgilenmesi gerekir. Bizlerden yararlanmaları, eğitim alan öğrencilerle buluşturup, misafir öğretici olarak derslere sokmaları gerekir. Yalnızca kuru söyleşilerle geçen toplantılar verimli olmuyor. Öğrencilere çalışmaları nasıl yaptığımızı göstermeliyiz. Onların sorularını cevaplamalıyız. Ben bunun gibi bir çalışmayı bir defa Marmara Üniversitesi’nde yapmıştım ve çok güzel olmuştu. Geçtiğimiz günlerde Kadıköy Belediyesi Karikatür Evi’nde gerçekleştirdiğimiz Ustalarla Söyleşi toplantısındaki performans çalışmam da oldukça beğenildi.

İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ’NE SANATSAL FAALİYETLERDE DESTEK VEREBİLİRİZ

-Yerel yönetimlerin görsel sanatlar ve sanatçılara yaklaşımı ve ilgisi ne durumda?

-Yirmi yıla yakın süredir yaşadığım Tuzla’da bu konuda bir grup oluşturup, belli bir proje dahilinde okullarda öğrencilerle buluşup, resim dersi ve sanat içerikli seminerler vermek, kalıcı bir sanat müzesi oluşturmak istedik ve belediyeye bu projemizi sunduk ama olumlu karşılık alamadık.

-İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde yönetim değişti. Sanatçılar açısından farklı imkanlar yaratılabilir. Bu kapsamda sizlerin beklentisi ya da önerisi ne olabilir? İBB sizin gibi görsel sanatlarla ilgilenenler için neler yapabilir?

-Tabi bu tür olaylar ilçe belediyeleriyle daha kolay ama büyükşehir belediyesi söz konusu olunca iş değişir. Mesela İstanbul Büyükşehir Belediyesi bana imkan yaratsa da üzerinde çalıştığım “Troya-Homeros Destanı” adlı resim sergimi güzel bir galeride sergileyebilsem. Tabi şuan belediyenin çok büyük problemleri var, önce onları çözümlemesi gerekir. Sonra bize de sıra gelir herhalde. Sanırım ileride bu konuyla da ilgileneceklerdir. Eğer bizden yararlanmak isterler, davette bulunurlarsa yanlarında oluruz. Toplum yararına gerçekleştirilecek bir projenin bir ucundan da tutabilirsem ne mutlu bana, faydalı olmaya çalışırım.

İSTEDİĞİ YERE GELMEYE ÇABALAYAN BİR SANATÇIYIM

-Ersin Burak’ı nasıl tanımlarsınız, sanatçı ve kişi olarak?

-Kendimi dışarıdan bir bakışla tanımlamaya çalıştığımda, “istediği yere gelmeye çabalayan bir sanatçı” olarak ifade edebilirim.

-Neresi orası? Kendi adınıza gelmek istediğiniz yer mi, yoksa toplum gözünde olmak istediğiniz yer mi?

-Kendi adıma tabiki..  Zaten hep toplumsal işler yapıyorum, her zaman da öyle yaptım. Çizgi romanlarda, belgesellerde her toplumsal konuları işledim. Örneğin Menemen Olayı’nı çizgiyle, görselle anlatmaya çalıştım. Çanakkale Destanı adlı resim sergimle Çanakkale Zaferi ve Atatürk’ü anlattım. Çalıştığım gazetede uzun süre yayınlanan Cıvan Mert adlı çizgi romanımın kahramanı İstanbul’u tanıtıyordu. Ayasofya’nın altındaki dehlizlerde macerasını sürdürdü. Benim hayalimden çizdiğim o dehlizler bugün bulunup, gün yüzüne çıkarıldı. Bunun gibi yaptığım bütün işlerde topluma faydalı olmaya çalıştım.

-Bundan sonraki hedefiniz nedir?

-Üzerinde çalıştığım Homeros Destanı’nı tamamlamaya çalışıyorum. Onu da bitirirsem Çanakkale Destanı, Gılgamış Destanı ve Nart Destanı’ndan sonra dört büyük destanı tablolarla anlatmış olacağım.

-Eskiden şiir şeklinde destan yazanlar vardı, şimdi siz destan çizeri mi oluyorsunuz?

-Gerçekten destan çizeriyim diyebilirim. Ama bu tabiki kalemle yapılan kare kare çizgiler değil, yağlıboya tablolardan oluşuyor. Sergilerde tabloların altına destan metinlerini yerleştiriyorum ve böylece yazı ve resimle destanı anlatıyorum.

-Teşekkür ederim, bundan sonraki yaşamınızda da sağlık ve başarı dilerim.

-Ben teşekkür ederim..

Editör: Haber Merkezi