Ülkem benim,saklı ve kutsal sevdalar diyarı, zamanın gözünden akan yaşlar, akıp giden yağmur suları gibi ,geçtiği diyarları renklerle besleyen seller gibidir. O yıllar ki aklın ve ahlakın zirvedeki erimeyen karları gibiydi. Memleketimin gençleri koynunda, elinde, çantasında kitaplarıyla yaylasında, obasında,dağlarının çiçeklerinde,derelerinden akan billur sularında geleceğe ilişkin sevdalar beslemekteydi. Bilinçli adımlarla geleceğe yürüyen gençlerimiz,uygarlığın ellerinde özenle biçimlenen düşüncelerimiz,fikir donanımlarımız,umut denizlerimiz olmuşlardı,ufuklara yelken açan beyaz gemiler gibi uğradığı limanlara barış ve dostluk sevdaları götürürlerdi..
Kars’tan esen uygarlık esintileri, genç beyinlerde hararetle beslenerek, ülkemin her bir diyarına ilham götürür, uğradığı yerleri yaşanabilir sıcak yuvalara dönüştürürdü. Cumhuriyetin gençlik çağında ,Kars’ım kültürel uğraşıların merkeziydi. Tiyatrolar, Cumhuriyet baloları, şehir kulüpleri, okuyan,tartışan,büyüyen gençlerimizle ve aydınlarımızla şehir merkezini ve köylerini birer kültür okulları haline dönüştürürdü.
Ankara’dan başlayan kültürel canlılık, doğuya yönelmiş, Atatürk’ün Kars’ı onurlandırmasıyla ,adeta ulusal bir donanıma bürünmüştü.Kars insanına özgü yaratıcı ve yapıcı girişimler,sanatsal devinimler halinde yurt geneline yayılmıştı.Uzun süren kışın zorlukları,onları iyiden iyiye sanatla yoğurmuş,insanların geleceğine yön veren birer öncü haline getirmişti.Denilebilir ki,köylerimizde kış geceleri bir araya gelen insanlarımız,bütün becerilerini,yaratıcı yönlerini ,ustalık düzeyinde ortaya serer,ortaoyunu,meddah,masal anlatıcı,aşıklık sanatı gibi insani değerlerle yüklü sanat kollarının temelini oluşturan etkin donanımlar hazırlarlardı.
Dede Korkut’tan günümüze uzanan uzun ve zorlu bir sanat yolculuğu yaşayan aşıklık sanatı,sazının tellerinde oynaşan tezenelerle ve yürekten akan saklı sevdalarla büyüyerek,yanık ezgilerle anlam kazanmıştır.Her bir ozanımız Dede Korkut’un toplumsal ağırlığını omzunda taşıdığını bilerek,sorumluluğunun vicdanlarda yankısını bulacağından emin bir şekilde,eserlerini dillendirmekte,halkımın her bir umuduna yankı vererek,her bir çilesine gülümsemeler ekleyerek ,sazıyla sözünü kardeş tutarak sorumluğunun ahlakını güzelleştirirlerdi.
Köylerde geleneksel ahlakla sürdürülen düğünlerde, en az iki halk ozanı meydan alarak, Kars köylüsüne sanat sofrası kurarlardı.O sofrada her bir köylünün ayrı ayrı katkısının olduğunu aklında tutarak atışmalarını yapar,onların huzurunda övgülerini ya da eleştirilerini kabul ederlerdi.Ve çok iyi bilirlerdi ki,o insanlar da en az kendileri kadar aşıklık sanatına gönül vermişlerdir.Yanlışları ve doğruları ayırt edebilecek kadar sanatsal bilgiye sahiptirler.
Kendi kabuğunda beslenen aşıklık sanatının artık dünyaya açılması, yayılması, her bir yörede, gittikçe güzelleşen, dallanıp budaklanarak yedi veren güle dönüşmesi gerekirdi.Bunun gerçekleşmesi için Kars halkının gönül okulunda eğitim görmüş,sanat erbabı olabilecek saz üstatlarına ihtiyaç vardı.Bu üstatlar, kendi ahlaki değerlerini,halkından aldığı saygın değerlerle besleyerek meydana çıkması gerekirdi.
Bu kadar leziz bir sanat yemeğini kotarıp sofraya getirecek halk ozanlarımız, zaman zaman halkını mutlandıracak çıkışlarla geldiler meydana.Kars’ta halk kıraathanelerinde tellerine mızrap dokundurup,yürek tellerinde , halkın çilelerine ezgiler katarak, gizli sevdalara saygılar sunarak devran eylediler. Geceler boyu yoğun ilgilerle gittikçe çoğalarak sular seller gibi coştular.
Aktığı mecralara bereket götürdüler,çiçekler her bir tezene dokunuşunda yeniden açtı. Kar çiçekleri belki de direncini bu tezenelerden almışlardır. Sığırcık kuşları bahar muştusunun ötüşünü ozanın telindeki bu ezgilerden öğrenmişlerdir.
Ozanlık geleneğinin son temsilcileri olarak görebileceğimiz ozanlarımız az değildir.Öncelikle hakkını verelim ki Ozan Murat Çobanoğlu ve Şeref Taşlıova,İlhami Demir,İslam Erdener,Murat Karahanlı,Rüstem Alyansoğlu ve birçokları bu sanatın en yükseğine ulaşmış ustalardı.Ama onlardan çok önceleri aşıklık sanatının piri diyeceğimiz Aşık Şenlik her türlü taktirin üzerinde bir mevkide oturmaktadır.
Günümüze gelince,ozanlık geleneğinin bütün sorumluluğunu omuzlamış ozanlarımız da vardır.En başta sayabileceğimiz Maksut Feryadi,Mürsel Sinan ve Günay Yıldız mızrap vurup söz söyleyip anlam koyan ustalarımızdır.Ne yazık ki bunlardan sonra bayrağı devralıp,geleceğe taşıyacak başkaca söz ve saz eri göremiyoruz.Sorumluluk aslında ahlaki değerlerle yüklenmedikçe yürümeyi unutacaktır.Bu bir memleketin kültür meselesidir.Sanat politikaları ,siyasi yönetimlerce aşıklık geleneğinin damarlarına yönelmedikçe daha bir çok kültür değerlerimiz yitip gidecek,gelecek nesiller aşıklık sanatından yoksun bırakılacaktır.
Yani sözün özü Yüce Atatürk’ün söylediği özlü sözde anlamına ulaşmaktadır.
”Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından bir kopmuş demektir.”
Hayat damarlarımızdan birinin kopması hayati tehlike demektir. Öyleyse kopmakta olan bu damarımız için iyi bir ameliyat gerektir. Bunu da ancak siyasi yönetimlerin yapması en doğal ve gerçek olanıdır.
Ozanların dili öz dilimizdir,sözü bizim sözümüzdür.Öyleyse dilimize ve özümüze sahip çıkalım.