Özellikle 12 Eylül cuntasıyla birlikte bozukluğun zirvesine ulaşan siyasal partilerin perişan halini görmeden, ortaya çıkan iç karartıcı durumları anlama şansımız olmaz. Neresi mi bozuk? Neresi değil ki! Deveye sormuşlar hani, 'boynun neden eğri' diye, o da yanıtlamış: 'Nerem doğru ki!'

Yerel seçimlere haftalar kalmasına karşın özellikle iktidar ve anamuhalefet partilerinde aday belirleme/belirleyememede yaşanan kulislerin, kafa kol ilişkilerinin, çalkantıların; dahası isyanların, istifaların, karalamaların temel nedeni partilerdeki yapısal ve işleyişten kaynaklanan sorunlardır.
Bu yasalar, bu yapı yerinde kaldığı sürece böylesi çağdışı ve haktan, etikten uzak uygulamalar da sürecek demektir.

Sözüm ona, 'Yönetimde İstikrar, Temsilde Adalet' ilkesi doğrultusunda yapılandırılan siyasal partiler, bırakın bu hedefi gerçekleştirmeyi, sıradan kuruluşlarda olabilecek doğru şeylerden bile uzaklaştılar.
Partilerin yönetilme anlayışı ya da tüzüklerine konulan kimi iyileştirmeler geçici olarak günü kurtarmaya yetebilir ama özünde değişen bir şey olmaz; AKP'nin üç dönem şartı ve CHP'nin kotaları gibi...

Temel sorunlar nereden kaynaklanıyor diye düşündüğümüzde, karşımıza çıkan ilk engel Anayasa kaynaklı 'Siyasi Partiler Yasası'dır. Söz konusu yasa öylesine demokrasiden uzak, keyfiyete açık ki istense bile arzu edilen sonuç alınmaz.

Yasa bozuk ve çağdışı olunca, ister istemez tüzük de aynı paralelde hazırlandığı için orada da normal olmayan, olmaması gereken durumlarla karşı karşıya kalınıyor.

Siyasal partilerin örgütlenme, üye yapma ve yönetim kurullarını oluşturma, yöneticilerini belirleme yöntemleri de evlere şenlik. Kimin ne zanam, nerede olabileceğini kendisi bile bilemiyor, bırakın bilmeyi tahmin dahi edemiyor.

Partilerde tam anlamıyla lider sultası var. Buna karşı olduğunu söyleyenlerde bile. Zaten aksi olduğu zaman, lider biraz demokrat davrandığı zaman (Kemal Kılıçdaroğlu örneği) içeriden, dışarıdan eleştiriler başlıyor; efendim sözünü dinletemiyor, ağzının payını veremiyor, yumruğunu masaya vuramıyor, gibi...

Siyasal partilerimizde çağdaş demokrasi değerleri ile akıl ve bilim egemen olmadığı için doğal olarak yapı ve işleyişlerinde fazlaca demokrasiye rastlanmıyor.

MHP ve BDP dahil, siyasal partilerin ideolojileri, dünyaya bakışları, algılama şekilleri oldukça yuvarlaklaştı. Ne sağcısı, ne solcusu, ne ırkçısı, ne ulusalcısı ya da dincisi tam anlamıyla kendisi değil. Böyle olduğu içindir ki seçmen bazında geçişler yaygın olmakta, parti içi iktidar mücadelesinde de ideoloji yerine başka etmenler ön plana çıkmaktadır.

Yakın zamana kadar sorulması, konuşulması bile ayıp sayılan kimi ölçüler, günümüz siyasi partilerinin işleyişini belirler duruma geldi. İnsanların ırkı, dini, meshebi, bölgesi, cinsiyeti parti içindeki konumunu belirleyebilir oldu; Karadenizliler, Aleviler, Kürtler, gibi...

İnsanların liyakatı, eğitimi, donanımı, partisi için harcadığı emek, bağlılık yerine; partinin üst kademelerine gelebilmiş birilerinin adamı olmak, popüler olmak, günü kurtaracak başarılar göstermek ön plana çıktı. Başka bir deyişle, 'Adam olmak', yerini 'birinin adamı olma'ya bıraktı.

Başarı, iktidar temel güdü haline geldiği için, çeşitli kurullara gösterilen adaylarda da aranan vasıflar bu şekilde belirlenmeğe başladı. Örneğin; Mustafa Sarıgül, diğer adaylardan ve aday potansiyeli taşıyan yüzlerce insandan daha yetenekli, daha donanımlı ve daha güvenilir olduğu için değil, daha popüler ve kazanma olasılığı yüksek olduğu için aday gösterildi İstanbul'dan.

Siyasal partilerdeki, hele hele az da olsa demokrasinin bulaştığı CHP'de seçim öncesi dönemlerin bu kadar çok sancılı geçmesinin temelinde bunlar var.

Çözüm çok mu zor?

İstenirse, liderler hegamonyalarından biraz fedakarlık ederse değil elbette değil. Formül basit: Gerçek anlamda demokrasiye dayalı bir siyasal partiler yasası çıkarılır. Partiler, tüzüklerini ve çalışma kurallarını buna göre düzenler. Üyelikler ve haklar net bir biçimde belirlenir; üyelerin hangi hakları, hangi koşullarda kullanabilecekleri ve yönetime tanınan ayrıcalıklar bilinir. Başta partilerin genel merkezleri olmak üzere hiç kimseye keyfi davranma şansı tanınmaz. Her işlem baştan belirlendiği gibi, belirlendiği ölçülerle ve belinrlenen zaman içinde yapılır. Partinin her kademesi ve üyesi görev verilen kişi/kişilerin arkasında durur...

İnanın bu kadar basit!

İnsana sormazlar mı; seçime haftalar kalmasına rağmen hala belirlenmeyen adaylar ne zaman çalışacak, kendisini ve projelerini anlatacak da başarılı olacak? Ya da, böylesi durumda kalan adayların başarısızlığının hesabı sadece o adaylardan mı sorulacak?

İnsanları kaynaştırmak, bütünleştirmek, aynı hedefe kolkola yönlendirmek yerine birbirine düşürmek, kırıcı durumların ortaya çıkmasına zemin hazırlamak kime ne fayda sağlayacak?