Partinin biri bütün olumsuzluklara, üzerindeki kara bulutlara, şaibelere, ortaya dökülmüş haddi hesabı olmayan rezilliklere, pisliklere karşın yılmadı, çok çalıştı, her yolu denedi, çaldı çırptı ve sonuçta bir ölçüde başarı sağladı. Bir başka parti ise hata üstüne hata yaptı, doğru yerlere isabetli kişilikler belirleyemedi; oylarına, sandıklarına, listelerine sahip çıkamadı, çaldırdı çırptırdı ve buna rağmen oyunu biraz artırdı ama başarının ötesinde kaldı...

Elbette her siyasal parti kendi içinde değerlendirmesini yapacak, yanlışlarını, eksiklerini, yapması/yapmaması gerekenleri belirleyecek ama olup biten her şey geride kalacak...

Şu partinin, bu kişinin ya da şirketin, holdingin, bakkalın başarılı olması ya da olmaması da özü itibariyle bütün bunlardan fazla bir değer ifade etmeyecek...

Ama ya insan, ya insanın değeri, donanımı; bu anlamda kalitesi bozulursa...

Devletler; siyasal, ekonomik ya da başka niteliklere sahip kuruluşlar istenilen başarıları gösterebilir, durumu idare edebilir, bozulabilir, iflas edebilir ya da dibe vurabilir. Bunlar hayatın içinde, tarih sahnesinde olagelen şeyler...

Kuran da, yaratan da, var eden de, bozan da, yıkan da, yok eden de insan sonuçta.
Değişmeyen tek gerçek değişimin ta kendisi olduğuna göre, var olan her şey zamanla ya da koşullardan ötürü değişir, başkalaşır, gelişir, bozulur...

Devletleri kuran, kurumları ortaya çıkaran, değerleri var eden insan olduğuna göre; yenilerini, daha iyilerini, daha gelişmişlerini de ortaya çıkarabilir demektir.

Ama insan bozulursa, insanın insan donanımında zaafiyetler ortaya çıkarsa...

İnsanı insan yapan iki temel nitelikte, düşünce ve duyguda bozulmalar, yozlaşmalar, sapmalar, kirlenmeler olursa...

İnsan; kendisini diğer canlıradan ayıran en temel niteliği olan aklını kullanmazsa, kullanamazsa...

İnsan, özgür iradesiyle değil de başkalarının kolduğu, ki çoğu kere içi bomboş olan kurallara, sınırlara, ölçülere göre hareket ederse...

İnsan; olup bitenleri, bilinmeyenleri/bilmediklerini sormak, araştırmak, öğrenmek yerine kabullere, dogmalara sığınırsa...

İnsan; akla, felsefeye, bilime, sanata, spora, üretime yüz çevirirse...

İnsan; evrenin, doğanın ve insanın özünü oluşturan sevgi'den uzaklaşır; kin, nefret, düşmanlık, hasetlik gibi insana yük olan, hastalıklı durumlara saplanırsa...

İnsan; sevgi üretiminden, düşünce üretiminden, mal ve hizmet üretiminden uzaklaşarak; tüketime, trampaya, kapışmaya yönelirse...

İnsan; bölüşümü, paylaşımı, verme, yardım etme duygusunu kaybederse...

İnsan; başka insanları, kesimleri ya da düşünsel/duygusal oluşumları karalama, lekeleme, kötüleme, aşağılama, ötekileme gibi hastalıklı durumlarla içli dışlı olursa...

İnsan; başka insanlar için iyilikler, güzellikler hayal etmezse...

İnsan; 'hep bana' rahatsızlığının pençesine düşerse...

İnsan; mutluluğu, huzuru, refahı herhangi bir ayrım koymadan tüm insanlarla birlikte arama derdinde olmazsa...

İnsan; hırsızlık, rüşvet, adam kayırma, hak ihliali gibi hiç mi hiç insana yakışmayan davranışları yapar ve de rahatsızlık duymazsa...

İnsan; insanlık tarihinin ortaya koyduğu ve 'kötü' olarak nitelediği davranış kalıplarını 'akıllılık' olarak görme/gösterme eğilimindeyse...

Yüzüne tükürülünce 'Yarabbi şükür', cezalandırılınca 'acımadı ki' zavallılığına gelmiş demektir!

Et kokunca tuz konur da, ya tuz kokarsa!

Yalancıyı, hırsızı, rüşvetçiyi, hak yiyeni, zalimi, ayrıştırıcıyı, kışkırtıcıyı, ötekileştiriciyi, kötü kalpliyi, ağzı bozuğu, kaba ve kırıcı insanı (parantez içinde insan) desteklemek, gücüne güç katmak, onaylamak da neresinden alırsanız alın en az birinciler kadar insansal donanım bozukluğu içindedirler demektir...

Bozulan her şey düzeltilir, yeter ki az bozulmuş çok insanınız olsun.

Ama insan bozulursa...

İnsan bozulunca kim neyi düzeltecek!..