Bu seçim başka bir seçim; ne aday belirlemeleri, ne propaganda biçimleri, ne de saha çalışmalarıyla daha öncekilere hiç mi hiç benzemiyor. 30 Mart Yerel Seçimleri'ne sayılı günler kalmasına karşın hala bilinmeyenlerle dolu bir süreç yaşıyoruz İstanbul'da...

İktidar Partisi ile Anamuhalefet Partisi'nin bu anlamda birbirinden çok farkı yok. Sorunlar, karmaşalar, belirsizlikler değişik alanlarda olsa da öz olarak ikisi de problem yumağı halinde.

Örneğin; Ak Parti'nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı var mı, yok mu belli değil. Sahi Kadir Topbaş necidir? Rutin belediyecilik hizmetlerinin ötesinde gerçek anlamda kullandığı yetkileri var mı, yok mu belli değil. Seçim çalışmalarında bile doğru dürüst adı geçmiyor. İstanbul'da seçim Mustafa Sarıgül ile Recep Tayyip Erdoğan arasında geçiyor. Sayın Topbaş'ın böylesine itilmeğe, ötelenmeğe, yok hükmünde muamelelere tabi tutulmaya hiç itirazı yok mu, bilemiyorum. Varsayalım ki Ak Parti İBB'yi yeniden kazandı, başkan kim olacak, kararları kim verecek tartışılır. Gerçekten düşündürücü ve dahası demokrasi adına üzücü bir durum...

Keza, Cumhuriyet Halk Partisi adına da başka bir handikap var; Seçime CHP mi giriyor, Mustafa Sarıgül ve Türkiye Değişim Hareketi mi? Hangi ilçelerin başkan adayları CHP'li, hangileri Sarıgül'ün adamı? Keza, avcılar gibi kimi başkan adaylarının emanet olduğu, seçilince asıl partilerine, geldikleri yere gidecekleri yönündeki duyumları, belki dedikoduları ya da gerçekleri ne zamana kadar duyacağız? Birkaç dönem görev yapmış adaylara teşekkür edilerek yeni yüzlere yer verilmesine hiç mi hiç itirazım yok; hele hele kadın aday gösterilmesi canı gönülden istediğim bir durum. Ancak olup bitenleri, İstanbul'un tamamını görmeden, ilçe sınırlarına hapsolarak ve bunu marifet sayarak hareket etmek olsa olsa çapsızlık olur diye düşünüyorum. İstanbul ve ilçeleri iyi yönetimlere ve yetkin yöneticilere layıktır...

Aday gösterildi/gösterilmedi, şunun adamı, bunun etkisi, falanın tuzağı, ötekinin engellemesi, berikinin üçkağıdı, fişmekanın tutarsızlığı... gibi doğru/yanlış değerlendirmeleri; çekirdekten yetişti, yıllarca emek verdi, tepeden geldi, partili değil, dışarının adamı, falan getirdi... türü yorumlamaları bir kenara koyarak; partilerin yapılarını, işleyişlerini, paranın egemenliğini hesaba katmayarak diyorum ki; madem ki birileri belli makamlara, koltuklara aday oldu/gösterildi, uygun görüldü, o zaman oraya layık olacak davranışlar sergileyecek arkadaş.. Boş teneke misali çok ses çıkartarak ya da kendisini dev aynasında görerek bir yere varılmayacağını anlamak zor olmasa gerek...

İstanbul, şu andaki durumuna layık değil. Dünyanın göz bebeği tarihi kent çok daha iyi yönetilebilir, huzur içinde yaşanılan uygar bir kent olabilir. İstanbul, İstanbul'dan yönetilmeğe layıktır.

İstanbul'da yaşayan insanların 'İstanbullu' olması, kendisini öyle hissetmesi için kent demokrasisi çerçevesinde kararlara dolaylı da olsa katılma hakkına sahip olması ve beğenmediğine karşı çıkma hakkını kullanması şarttır. Gezi Parkı örneğinde olduğu gibi halkla inatlaşarak, kaba kuvvete başvurarak, kan dökerek, can alarak sağlanmaya çalışılan üstünlükler herkese zarar verir.

Alabildiğine tartışılan, güven erozyonu yaratan isimlerin (bizde kalsın) yanında Ali Kılıç gibi, Özgür Karabat gibi, Ekrem İmamoğlu gibi oturduğu koltuğa güç katacak adayların olması da insanın içini serinletiyor doğrusu...

İstanbul, İstanbul gibi yönetilebilecek mi acaba?İstanbul'u yönetmek üzere yola çıkanlar, eskileri aratmazlar umarım...İstanbul en iyisine layıktır çünkü...