Zaman Hızlıca Akıyordu Ellerimizden

Abone Ol

Öylesi gecelerde hep yağmur yağardı.

Bütün sokaklar kirli olurdu.

Köşe başları yağmurun sürükleyip getirdiği

ve bir kenara biriktirdiği çöp yığınlarıyla dolardı.

İnsanlar karamsarlık yüklüydü, asık suratlıydılar.

Bir gölge gibi süzülüp evlerinin kapılarından gizlice gider gibi

sinsi sinsi yürürlerdi otobüs duraklarına.

Böylesi zor ve karanlık günlerin dağılması günlerce sürerdi.

Ama güneş, bulutların arkasından görünecek,

insanlar bir şiir okuyacaklar,

kendilerine geleceklerdi.

Ve kolayda olmuyordu birden bire

güneşin karşısına çıkmak.

Güzelliklerin karşısına çıkıp

onların farkına varmak.

En çokta ben, kavgalarda yitiriyordum

yaşamın anlamını.

Utanç duyuyordum kötü sözlerden.

Sevişmelere, sevişen insanlara özel bir saygı duyuyordum

sırf bu yüzden.

Ben bu kentin kavgalarından arta kalan

 ne varsa seviyordum Selda.

 Ama o kötü sözler yok mu,

öldürüyordu beni.

Küfürlerin bile hükümsüz kaldığı,

 insanların birbirlerine kıyasıya kavgaya giriştikleri,

 ortalığı kana buladıkları anlardan

nefret ediyordum.

Hiç bir kıymeti yoktu o anda

biyoloji dersinde okuduğumuz,

insan sağlığındaki bilgiler.

Oysa her şey konuşarak

 anlaşmak ne güzeldi.

Anlaşmak...

insan olmanın en belirgin özelliği

değil miydi yoksa?

 Bizler mi yanılıyorduk

yoksa

kavga eden insanlar mı?

 Kavgalar insan beyninin tükendiği,

 yüreklerin iflas ettiği anlarını

en iyi şekilde anlatıyordu.

 El ele tutuşmalar bitmiş,

yüreklerin sevgileri tükenmiş

düşüncesiz ve kocaman içi boş,

kavgadan başka,

kaba güçten başka

bir işe yaramayan bedenlerini

ortaya koydukları anlardı

 kavgalar.

Ne zaman kavgaları,

ne zaman ayrıldığımız anı düşünsem,

yalnızlığımın o karanlık,

o ışığı az yanan yarı karanlık

odalarını anımsıyor,

üzülüyorum.

Ağlayamasam da

gözlerimin dolduğunu hissediyordum

 buruk bir acıyla.

Kötü bir his yalnızlık.

Bir noktada insan kendini soyutlamış,

 tüm güzelliklerin bittiğini duyumsamış

gibi hissediyor.

 Hele hele sevdiğin insanları,

güneşin karşısında göz göre göre

kaybettiğini düşündükçe,

yaşam anlamından

 ödün vermeye başlıyordu.

Yaşamın

ağır,

hantal yükü

daha da

ağırlaşıyor.