30 Mart 2014 yerel seçimlerinin rakamsal olarak ortaya koyduğu tablo, 12 yıldır tek başına iktidar olan AKP’nin beklendiği kadar yıpranmadığını gösterdi.

Bir iktidar “yolsuzluk”, “rüşvet” gibi ağır iddialarla karşıya kalmış, 4 bakanı istifa etmiş ve yargı önünde hesap vermek yerine yargıyı yeniden dizayn etme yoluna gitmişse yıpranması da kaçınılmazdı. Ancak AKP seçimden yüzde 45’lik bir oyla birinci parti olarak çıktı.
2011 genel seçimleri ile kıyaslandığında ise, 5 puan kaybettiği görülebilir.
Hükümete yönelik “yolsuzluk ve rüşvet” iddiaları ilk etapta yüzde 5’lik bir kayba neden olmuş ki, bu da yaklaşık olarak 2.5 milyon oy olarak hesaplanıyor.

Oy kaybının beklenenin çok altında kalmasının birkaç önemli nedeni var.
Bunlardan ilki, AKP Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bu seçimleri “olmak yada olmamak” seçimi olarak kabul edip bir referanduma dönüştürmesiydi.
Özellikle de 12 yıldır yol arkadaşlığı ve kader birliği yaptığı malum cemaatle aralarının açılması Erdoğan’ı zorunlu olarak böyle bir sürecin içine itti.

Ortaya dökülen gizli kayıtlar ve “yolsuzluk” iddialarını bağımsız yargı eliyle çürütmek, gerçek olmadığını kanıtlamak yerine, her seçim öncesinde olduğu gibi bir kez daha “mağduriyet” siyasetinin arkasına sığınıldı.
Hatta bu kez “mağduriyet” sınırları genişletilerek “istiklal” mücadelesine dönüştürülmesi de, AKP seçmeninde ciddi anlamda karşılık buldu.

Önemli bir başka etken de, AKP hükümetinin seçim kampanyası sürecinde izlediği tutumdur.
Devlet gücü ve imkanları sonuna kadar kullanılarak, siyasi rakipler karşısında önemli bir üstünlük sağlanırken, muhalefete yaşam hakkı tanınmadı.

Reklam, tanıtım konusunda da, ekonomik gücünü devlet kurumlarından aldığı güçle birleştiren AKP, bu alanda rakiplerinden çok daha avantajlıydı.
İstanbul’daki bütün üst ve alt geçitler, bilboardların yüzde 90’ı, kentin vitrininde yer alan binalar hatta aydınlatma direkleri bile AKP’ye tahsis edilmişti.

Üzerinde oluşturulan ağır baskılar neticesinde önemli bir bölümü iktidar borazanına dönüşen medyanın da katkısı küçümsenmemelidir.

Devletin siyasi partilere eşit söz hakkı tanıması gereken TRT ve Anadolu Ajansı gibi kurumları ne yazık ki sadece iktidarın sesi olup, halkın objektif haber alma hakkını ihlal ettiler.
Örneğin, RTÜK raporuna göre, TRT 22 Şubat-4 Mart arası AKP'ye 13 saat, MHP’ye 48, CHP’ye 45, BDP'ye ise sadece 2 dakika yer verdi!

Başbakan Erdoğan’ın mitingleri 10’dan fazla televizyonda baştan sona canlı yayınlanırken, muhalefet partileri seslerini duyurmakta güçlük çektiler.

Bazı illerdeki AKP mitingi öncesinde valiliklerin, partinin “sekreteryası” gibi mitingleri devlet kurumlarına duyurduğu, öğrencilerin ve emekçilerin miting alanlarına çağrıldığı yönünde belgelerde kamuoyuna yansıdı.

Türkiye’de demokratik parlamenter sistemin işletilmediğinin göstergesi olan bu türden antidemokratik uygulamalar ne yazık ki son 12 yıldır AKP hükümeti eliyle olağanlaştı!

Ayrıca seçim sonrası ortaya atılan “hile” iddiaları da 2014 seçimlerine gölge düşürdü.
İşte böylesine antidemokratik ve eşit olmayan şartlar altında sürdürülen seçim kampanyasının galibi şimdilik AKP hükümetidir.

Şimdilik diyorum çünkü ortada bunca ağır itham ve iddia varken sandıktan yüzde 90 oy oranıyla çıksanız bile işiniz artık eskisinden çok daha zordur.

Hem AKP hükümeti açısından, hem de Türkiye açısından önümüzde oldukça sancılı bir süreç bizi bekliyor.

Umarız ki sonuçta kaybeden Türkiye olmaz!