2016 yılının Mart ayı İstanbul Büyükşehir Meclis toplantısında Bahçelievler Belediyesi ve İBB Meclisi CHP Üyesi Mehmet Berke Merter, dönemin İBB Başkanı Kadir Topbaş’ın yanıtlaması üzerine bilim insanlarının ve konu uzmanlarının görüşlerine yer vererek Kanal İstanbul Projesi ile ilgili hazırladığı yazılı soru önergesini İBB Meclisi’ne sunmuştu. Merter, projeye bilim insanlarının şiddetle karşı çıktığını hatta “Hiç Başlanılmasın" denildiği cümlelerini de hazırladığı yazılı önergeyle birlikte mecliste dile getirerek, özellikle Kanal İstanbul Projesi’nin geçeceği öngörülen güzergahtaki 800 bin yıllık tarihin ne olacağını ve Yarımburgaz Mağaraları’nın nasıl korunacağını da sormuştu.

CHP’li Merter önergesinde; “Önemli ve büyük projeler için senaryo yazılır; olumlu ve olumsuz yönleri ele alınarak devreye sokulması için A planı, B Planı gibi planların olması gerekir ki böyle bir planı ve öngörüyü duymadık, İstanbul’un en yetkili kişileri de herhangi bir açıklamada bulunmadı. Yapılması düşünülen “Kanal İstanbul Projesi” nedeniyle yaşanabilecek olası olumsuzluklar ve riskler göz önüne alınır ki bu konuda da bir öngörü duymadık, görmedik ve yetkililer tarafından da dillendirilmedi, asıl mesele bu” diyerek  dönemin İBB Başkanı Kadir Topbaş’ın cevaplaması isteği ile onlarca soru sorarak, önerge ile birlikte hazırladığı kapsamlı raporu meclise sunmuştu.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun ‘ İstanbul ve İstanbullular için bir felaket, ihanet ve cinayettir’ dediğine paralel olarak  o dönem Kanal İstanbul Projesi’nin İstanbulluyu ve İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi'ni ilgilendirdiğini belirten Merter, “Öyle gözüküyor ki “Kanal Projesi” İstanbul’un Arnavutköy, Başakşehir ve Küçükçekmece İlçeleri sınırları içinde olacak ve bu durumdan en çok İstanbul’un yoksul kesimleri olan Çatalca ve Arnavutköy İlçelerinin mahalleleri, köyleri ve yerleşim bölgeleri olmak üzere Başakşehir, Küçükçekmece bölgesindeki Altıntepe, Güvercintepe ve Şahintepe mahalleleri etkilenecek. Bölgelerde oluşturulan rezerv alanları ile kamulaştırma sonucu yoksul halk burada kovulacak, yapılacak lüks konutlarla bölge tam bin rant alanına çevrilecek, proje kapsamında geri dönülmez ise ekolojik ve arkeolojik kıyımlar yaşanacağı gerçeği de önümüzde durmaktadır, öngörülmelidir” dedi.

Merter 2016’da hazırladığı önergede şu soruların yanıtlanmasını istemişti

 “Kanal Projesi” güzergahı içinde yer alan Filiboz, Rhegion ve Bathonea Antik Kentlerinin akıbetleri ne olacak?”, “AKP Hükümetleri tarafından dillendirilen“Kanal İstanbul Projesinin” güzergâhı var mıdır? Yok mudur? Bilinmemekle birlikte” diyerek şu sorulara da yer verdi; "Kanal Projesi'nin" muhtemelen iklimi ve doğayı değiştirecek olmasının jeolojik sonuçları hakkında gerekli öngörüler ve çalışmalar yapılmış mıdır? Bu kapsamda deprem sonrası oluşacak tsunami ve deniz yükselmesinin etkileri hesaplanmış mıdır? Proje bölgesinde 7 milyona yakın insanın yaşayacağı varsayıldığında bölgenin ekolojik dengesini bozacağı, yer altı sularına olumsuz etkisi olacağı ve doğal kaynaklarının yok olacağı endişesi düşünüldüğünde milyonlarca insana içme suyu var mıdır, yetecek midir?, Düşünülen “Kanal Projesi” başta Trakya'nın Doğusu olmak üzere İstanbul’un ekolojisini ne şekilde değiştirecektir, hesaplanmış mıdır? Kaybedilecek tarım arazilerinin, kesilecek ağaçların, yok edilecek yeşil alanların telafisi düşünülmüş müdür? Öyle bir yer düşünün ki tarihi 800 bin yıl önceye uzansın ve bu yer İstanbul sınırları içinde olsun. “Kanal Projesi” kapsamında  Başakşehir İlçesinin Altınşehir Mahallesi sınırları içinde Sazlıdere Vadisi’nin doğusunda Yarımburgaz Mağaraları bulunmaktadır. İnsanlığın ilk ataları bu mağaralarda yaşamış, avlanmış, toplayıcılık ve taştan aletler yapmışlardır. Şehir ve ülke tarihi açısından çok önemli bir yerde bulunan Yarımburgaz Mağaraları’nın tahribatı nasıl engellenecek, nasıl korunacak? Dünyanın en büyük 10 keşfi arasında gösterilen Bathonea Antik Kenti’nde Paleolitik döneme ait çakmak taşlarından Genç Osmanlı Dönemine ait çiftliğe kadar insanlık tarihinin hemen hemen tüm dönemlerini görmek mümkün olmakla birlikte, kent en parlak çağını Roma Dönem’inde yaşamıştır. En son Eylül 2015 tarihinde Hititlere ait bir kurşun figürününn Bathonea gibi Hitit diyarından çok uzak bir yerde ele geçmesiyle gündeme gelen bu arkeolojik kent “Kanal Projesi” kapsamında olan bu bölge ne olacak? Nasıl korunacak?”

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi 2016 yılı Mart ayı Meclis toplantılarında İBB Meclisi CHP Üyeleri Mehmet Berke Merter, Hasan Tapan, Seyit Ali Aydoğmuş, Av. Erhan Aslaner, Fatih Üstünbaş, Ali Delen, Ercan Ulaş Kaya, Ufuk Akın, Süleyman Kolcuoğlu, Belgin Tezer, Abdulhadi Akmugan, Zeynel Yılmaz, Handan Kantar, Ümit Yurdakul, Özgür Aydın, Musa Keleş, A. Fettah Dindar, Adnan Türkoğlu imzaları ile İBB Meclis Başkanlığı'na sunulan önerge ve hazırlanan rapor oy birliği ile başkanlık makamına havale edilmişti.


KANAL İSTANBUL: BİR GERİ DÖNÜŞÜMÜ İMKANSIZ HATA
Takvimler 27 Nisan 2011 tarihini gösterdiğinde dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından “Çılgın Proje” olarak açıklanan Kanal İstanbul Projesi o günden bugüne dek geçen yaklaşık 5 yıllık zaman dilimi içinde tartışıldı ve tartışılmaya devam ediyor. İlk etapta Çatalca ve Silivri arasında açılacağı ilan edilen kanalın

 

daha sonra güzergahı değiştirilmiş ve Terkos Gölünün doğusundan başlanarak Sazlıbosna Barajı ve Sazlıdere Vadisini de kapsayacak biçimde Küçükçekmece Gölü ile birleştirilmesine karar verilmiştir. 


 Kanal İstanbul Projesi’nin ilk güzergahı

 Kanal İstanbul Projesinin son güzergahı
Kanal Projesi İstanbul’un Arnavutköy, Başakşehir ve Küçükçekmece İlçeleri sınırları içinde olacak ve bu durumdan en çok İstanbul’un yoksul mahalleleri olan Altıntepe, Güvercintepe ve Şahintepe mahalleleri etkilenecek. Bu bölgelerde oluşturulan rezerv alanları ile kamulaştırma sonucu yoksul halk buradan kovulurken yapılacak lüks konutlarla bölge tam bir rant alanına çevrilecek.

Olayın bir yüzü bu olsa da diğer yüzünde de geri dönülmez ekolojik ve arkeolojik kıyımlar yaşanacağı gerçeği de önümüzde durmaktadır. İstanbul’un Karadeniz ile Akdeniz arasındaki geçiş bölgesinde olmasından dolayı 270’i endemik olmak üzere 2000 bitki türüne ev sahipliği yaptığı bilinmektedir. Bu bitki türleri için büyük bir tehdit olan kanal projesi hakkında ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü’nden Prof. Dr. Emin Özsoy şunları söylemektedir: “Kanal projesi yapılırsa yeni bir akıntı ile kendini hissettirecek ve debi değişimi yaratacak. Bu debi farkının iklimsel rolü büyük olacak ve bölgenin su akıntılarını ve balık çeşitliliğini tehlikeye sokacak. Türk boğazları eşsiz bir hidroenerji sistemi ve ekolojik sistemleri barındrıan bir insanlık mirasıdır. Kanal İstanbul gibi fazla düşünmeden yapılan bir müdahale tüm sistemleri altüst edebilir. Bilimsel ve teknik incelemeye ihtiyaç duyulmaktadır.”

Prof. Dr. Emin Özsoy’un bahsettiği bilimsel ve teknik incelemenin yapılıp yapılmadığına dair fikir edinebilmek için iktidarın bundan önceki uygulamalarına bakmak yeterli olacaktır. Anlamsız bir inat ve “ben yaptım oldu” anlayışı ile gerçekleştirilen tüm projelerin sonuçları bugün ortadadır. Üçüncü Havaalanı, Üçüncü Köprü gibi projelerin İstanbul’un ormanlarına, ekololjik sistemine ve su kaynaklarına verdiği zararlar yavaş yavaş ortaya çıkarken Kanal İstanbul Projesi’nin doğuracağı olumsuz sonuçlar göz ardı edilmektedir.

Bölgedeki canlı çeşitliliği de bir başka sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Sazlıdere Vadisinin güneyinde, Küçükçekmece Gölünün kuzeyinde kalan ve arkeolojik sit alanı olduğu için bugüne kadar korunabilen alanda tilki ve oluklu kertenkele gibi bugün İstanbul’un yerleşim alanlarında göremediğimiz canlı türleri ile karşılaşmak mümkündür. Projenin gerçekleşmesi durumunda bu bölgedeki canlı yaşamı da ağır yara alacaktır.

Proje ile Küçükçekmece, Zeytinburnu ve Bakırköy gibi deprem riski yüksek alanlarda yaşayan nüfusun bu bölgeye kaydırılarak deprem sırasında oluşacak zararın en aza indirgenmesinin hedeflendiğini haber bültenlerinden öğreniyoruz. Ancak gerekli incelemelerin yapılmadığı uzmanlardan görüş alınmadığı gerçeği bir kez de bu noktada ortaya çıkıyor.
İstanbul Teknik Üniversitesi Jeoloji Mühendisli Bölümünden Prof.Dr. Naci Görür şunları söylüyor: “Yaptığımız çalışmalar sonucunda Marmara’nın büyük bir depreme gebe olduğunu görüyoruz. Deprem beklenen bir şehirde canınızın istediğini yapamazsınız. Daha fazla yapıyla risk arttırırsınız. İnsanların can güvenliğinin olmadığı bir kentte, üstelik de ülkenin dünya kadar derdi varken siz servetinizin büyük bir kısmını neden yapıldığını anlayamadığımız bir yapıya yöneltirseniz bu doğru bir yaklaşım olmaz. Deprem modelleme senaryolarının görece en hafifinde dahi, kanal nerede yapılırsa yapılsın Marmara’ya girdiği yer en az 10 şiddetinde etkilenecek ve depremde bu yapı çok ciddi sınanacak”

Yaratacağı sonuçların hiç birinde olumlu bir yön olmayan bu proje için oluşturulan rezerv alanlarında ve su seviyesinin yükselmesi sonucu etkilenecek bölgelerde bulunan tarihi eserler ve tarihi yerleşimler de risk altında bulunmaktadır. Bahsi geçen yerlerden bazıları şunlardır.

YARIMBURGAZ MAĞARALARI

Öyle bir yer düşünün ki tarihi 800 bin yıl önceye uzansınve bu yer İstanbul sınırları içinde olsun. İşte böyle bir yer Başakşehir İlçesinin Altınşehir Mahallesi sınırları içinde Sazlıdere Vadisinin doğusunda bulunmaktadır. İnsanlığın ilk ataları bu mağaralarda yaşamış, avlanmış, toplayıcılık ve taştan aletler yapmışlardır.


 Yarımburgaz Mağarasından 800 bin yıl öncesine tarihlenen çaytaşı alet (Arkeoloji ve Sanat Dergisi sayı: 32/33)



 Yarımburgaz Mağaralarında gerçekleştirilen kazılar sonucu ele geçen ve M.Ö. 5000’e tarihlenen çanak çömleklerden bir örnek (Arkeoloji ve Sanat Dergisi sayı: 32/33)

Tarih öncesi dönemlerin ve sonrasının neredeyse tamamında yerleşim görmüş olan Yarımburgaz Mağaraları gerek kaçak kazılar gerekse mağaraların film çekimleri poüler bir mekan olarak görülmesi nedeniyle yoğun tahribata uğramıştır. Bu mağaralarda ilk olarak 1963-1965 yılları arasında Şevket Aziz Kansu ve Kılıç Kökten tarafından aşağı mağarada, 1986-1988 yılları arasındaysa Güven Arsebük ve Mehmet Özdoğan tarafından yukarı mağarada kazı çalışmaları gerçekleştirilmiştir. Kazılarla elde edilen bulgular bilim dünyasında heyecan yaratmış ve bu mağaraların ülkemiz sınırları içinde bilinen en eski insan yerleşim yeri olduğu gerçeğini ortaya koymuştur.



 Mağarada gerçekleştirilen kazı çalışmaları

M.Ö. 5. yüzyıla tarihlenen tekne tasvirli mağara resimleri de mağaraya ayrı bir önem katmakta ve bizlere bölgenin tarihsel gelişimi hakkında ışık tutmaktadır.




 M.Ö. 5. yüzyıla tarihlenen tekne tasviri (foto Deniz Dedeal)





M.Ö. 5. yüzyıla tarihlenen bir başka tekne tasviri (foto Deniz Dedeal)

Şehir ve ülke tarihi açısından çok önemli bir yerde bulunan Yarımburgaz Mağaraları 2001 yılında arkeolojik sit alanı ilan edilmiş ancak bu durum tahribattan kurtulmasını engelleyemiştir. Mağaraların üst tarafında bulunan ve Roma Dönemine tarihlenen oda mezarlar definecilerin uğrak yerlerinden biridir. Buradaki kaçak kazı faaliyetleri engellenemediği gibi mağara girişleri için alınmış olan tek önlem girişlere konulan demir parmaklıklardır. Bu önlemin yetersizliği ise demir parmaklıkların kırılarak içeri girilmesinden anlaşılmaktadır.




 Yarımburgaz Mağaraları’ndan genel görünüm

RESNELİ ÇİFTLİĞİ




 Resneli Çiftliğinin eski bir fotoğrafı

Başakşehir İlçe sınırları içinde yeralan Resneli Çiftliği II. Meşrutiyetin ilanında önemli bir rol oynamış olan Resneli Niyazi tarafından inşa ettirilmiştir. Yarımburgaz Mağaralarının asfalt yol kuzeye doğru takip edilirse bu çiftliğe ulaşmak mümkün olur. Gerek çiftlik kalıntıları gereksi çevresindeki ekolojinin hayran bırakan güzelliği nedeniyle bir dönem bu bölgenin ekolojik-arkeolojik park olarak düzenlenmesi gündeme gelmiş ancak bu proje hayata geçirilmemiştir.



AZATLI BARUTHANESİ

Küçükçekmece Gölünün 4 kilometre kuzeyinde bulunan Azatlı Baruthanesi 1795 yılında Baruthane Nazırı Mehmet Şerif Efendi’nin önerisiyle inşa edilir. 1828 yılında Şamlar Bendinin inşa edilmesiyle Sazlıbosna’dan buraya su taşınmış ve baruthanenin su ihtiyacı karşılanmıştır. 1877-78 Osmanlı Rus Savaşında Ruslar tarafından tahrip edilene dek kullanılmaya devam eden baruthanenin bugün hala kalıntıları ayakta durmaktadır.


 Azatlı Baruthanesi kalıntıları

ŞAMLAR BENDİ

Şamlar Bendi

Sazlıbosna Barajı üzerindeki Osmanlı Eseri olan Şamlar Bendi 1828 yılında Padişah II. Mahmut tarafından yaptırılmıştır. Bugün barajın suları çekildiğinde ortaya çıkan Şamlar Bendi 10.14 metre yüksekliğinde olup 15.88 metre genişliği ile dönem mimarisinin en önemli eserlerinden biridir. Ancak kaderine terkedilen her tarihi esere olan Şamlar Bendine de olmuş ve defineci talanı ile karşı karşıya kalmıştır. Bend 1979 yılında dahi İstanbul’un su sıkıntısına çözüm olarak görülürken bugün bakımsızlıktan dolayı harap haldedir.



 1979 tarihli Hürriyet Gazetesi küpürü


FİLİBOZ VİRANLIĞI

Sazlıbosna Barajının batı kıyısında bulunan ve Filiboz Çiftliği olarak da adlandırılan bölge tam bir defineci talanı ile yüz yüzedir. Define kazıları sonucu ortaya çıkan kalıntıların bir çiftliğe ya da viranlığa değil de antik bir kente ait olabileceği düşüncesi arkeologlar arasında yaygındır. Ancak bölge arkeolojik sit alanı olmasına rağmen bugüne kadar etkili bir yüzey araştırması ya da kazı yapılmamış olması bu alan ile ilgili kesin kanıtlara ulaşılmasını güçleştirmektedir. Bahsi geçen alanın güneyinde bulunan taş ocağının kalıntılara verdiği zarar ise defineci zararından daha fazladır.

Filiboz Viranlığının güneyinde bulunan taş ocağına karşı kıyıdan bakış

​​​​​​



 

Karşı kıyıdan Filiboz Viranlığının görünümü

RHEGİON



Küçükçekmece Gölünün doğu kıyısından Cennet Mahallesine dek uzanan alan adı M.Ö. 2. yüzyıldan itibaren kaynaklarda geçmeye başlayan M.S. 5 ve 6. yüzyıllarda ise en parlak dönemini yaşayan Rhegion Antik Kentidir. 1938 yılında Küçükçekmece henüz 80 haneli bir köyken İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Aziz Ogan tarafından başlatılan çalışmalara 1941 yılında Ordinaryüs Profesör Doktor Arif Müfid Mansel’de dahil olmuştur.

Bu kazı dönemlerinde yapılan çalışmalarda surla çevrili bir saray kalıntısına ve sarayın müştemilat binalarının kalıntılarına ulaşmak mümkün olmuştur. Ayrıca 150 metre uzunluğunda ve 3 metre genişliğinde bir sur duvarı ve bu sur duvarının çevrelediği hamam ve kilise kalıntılarına ulaşmak da mümkün olmuştur. 1950’li yıllardan itibaren İstanbul’da yoğunlaşan kaçak yapılaşmadan Küçükçekmece ve dolayısıyla ile Rhegion Antik Kenti de nasibini almış ve günümüzde o koca antik kentten geriye sadece aşağıda görülen 4 sütun parçası kalmıştır.


 

Rhegion Antik Kentinden geriye kalanlar

Son dönemlerde Marmaray Entegrasyon Projesi kapsamında Küçükçekmece İstasyonu civarında İstanbul Arkeoloji Müzeleri tarafından yürütülen kazılarda da Rhegion Antik Kentine ait olabilecek kalıntılara rastlanmıştır. Ancak kalıntıların ne olacağı henüz bilinmemektedir.

BATHONEA

Küçükçekmece Gölünün batı kıyısında, Avcılar Firuzköy Yarımadası bölümünde bulunan Bathonea Antik Kentinde ki çalışmalara Yard. Doç. Dr. Şengül Aydıngün başkanlığında 2007 yılında başlanmış o günden bugüne dek ortaya çıkarılan buluntular İstanbul tarihine ışık tutacak noktaya gelmiştir.


 Bathonea Antik Kentindeki kazı çalışmalarından görünüm

2009 yılında dünyanın en büyük 10 keşfi arasında gösterilen Bathonea Antik Kentinde paleolitik döneme ait çakmak taşlarından Geç Osmanlı Dönemine ait çiftliğe kadar insanlık tarihinin hemen hemen tüm dönemlerini görmek mümkün olmakla birlikte, kent en parlak çağını Roma Döneminde yaşamıştır. En son Eylül 2015 tarihinde Hititlere ait bir kurşun figürinin Bathonea gibi Hitit diyarından çok uzak bir yerde ele geçmesiyle gündeme gelen kentte arkeolojik çalışmalara devam edilmektedir.

Kent gelecekte Kanal İstanbul Projesinin olduğu kadar TOKİ’nin de tehditi altındadır. Kentin hemen batısında bulunan ve geçmişte İstanbul Üniversitesi’ne ait olan arkeolojik sit konumundaki arazi sit alanı olmaktan çıkarılarak TOKİ’ye devredilmiştir. Her 300 yılda bir şiddetli deprem gören bu alanda yapılaşmaya gitmek te TOKİ’nin “çılgın proje”si olmalıdır.



 

Bathone Antik Kentinden taş döşemeli yol

Kent gelecekte Kanal İstanbul Projesinin olduğu kadar TOKİ’nin de tehditi altındadır. Kentin hemen batısında bulunan ve geçmişte İstanbul Üniversitesi’ne ait olan arkeolojik sit konumundaki arazi sit alanı olmaktan çıkarılarak TOKİ’ye devredilmiştir. Her 300 yılda bir şiddetli deprem gören bu alanda yapılaşmaya gitmek te TOKİ’nin “çılgın proje”si olmalıdır.




 Küçükçekmece Gölünün batı kıyısındaki arkeolojik sit alanları ve sit olmaktan çıkarılarak TOKİ’ye devredilen arazi

Bahsedilen tarihi yerleşimlerin dışında özellikle Küçükçekmece Gölünün kuzeybatı kıyısı ile TEM Otoyolunun güneyinde kalan alan yüzeyinde bulunan arkeolojik veriler bu bölgenin de geçmişte yerleşim gördüğüne işaret etmektedir. Ancak yeteri kadar araştırma yapımadığı için kesin bir şey söylemek mümkün değildir.

Yukarıda Küçükçekmece Gölü, Sazlıdere Vadisi ve Sazlıbosna Barajı civarındaki tarihi eser ve kalıntılar hakkında verilen bilgiler dahi Kanal İstanbul Projesinin tehdidini göz önüne sermeye yetmektedir. Bunların tamamı Kanal İstanbul Projesinin tehdidi altındadır. Projenin hayata geçmesi durumunda bahsi geçen bölgeler ya sular altında kalacak ya da rezerv alanı adı altında yerleşime açılacak yerlerde bulundukları için yapılaşmanın kurbanı olacaklardır. İstanbul gibi bir kenti “müteahit” zihniyetiyle yönetenler kentin kültürel zenginliğinin turizm potansiyelini ya görememekte ya da görmek istememektedirler.




ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

Aynı hat üzerinde bulunan Yarımburgaz Mağaraları, Resneli Çiftliği, Azatlı Baruthanesi ve Şamlar Bendi civarı dünyadaki örneklerinde olduğu gibi yapılaşmaya kapatılarak bir doğal müze olarak düzenlenmesi ve İstanbul’un ilk yerleşimcilerden Osmanlı dönemine dek uzanan süreci canlandırmalarla ziyaretçilere anlatarak kültürel tanıtıma katkı sunmak mümkün olacaktır. Bölgede yapılacak bu çalışmalar hem doğal ve tarihi kültürün korunmasına katkı sağlayacak hem de iyi bir tanıtımla elde edilecek gelir beklentileri yeterince karşılayacaktır

Filiboz, Rhegion ve Bathonea Antik Kentleri ise gerekli kamulaştırma işlmelerinin tamamlanmasının ardından birer kent olarak turizme kazandırılabilir. Kanal İstanbul Projesi için ayrılmış olan milyarlarca doların çok azına mal olacak bu projelerle şehrin kültür tarihine eşsiz örnekler kazandırılabileceği gibi, Bölgede ki tatlı su kaynaklarını ve ekolojik yaşamı da korumak mümkün olacaktır.

Editör: Haber Merkezi