Son 12 yıldır baskılar, yasaklar ve antidemokratik uygulamalarla yönetilen Türkiye, bugün tüm dünya tarafından kaygıyla izlenen bir ülke haline geldi.

2002 yılında iktidara gelirken halka ne vaat ettiyse, ne ile mücadele edeceğinin sözünü verdiyse tam aksi yönde uygulamalara imza atan AKP, 12 yıl öncesinin istikrarsız günlerini bile geri bıraktı.

Yıllar geçtikçe sınırları daha fazla daraltılan özgürlükler, her gün bir yenisi eklenen yasaklar, hukuk sisteminin güven vermeyen yapısı ve sonuç olarak bedel ödeyen bir toplum.

Türkiye’yi kaosa ve derin bir umutsuzluğa iten bütün sıkıntıların sorumlusu, 12 yıldır tek başına ülkeyi yöneten AKP hükümetidir.

Milletin “tek başına yönet” diye verdiği yetkiye sahip çıkamayan, devlet yönetiminde “paralel” yapıyı söz sahibi yapan hükümet, bu koalisyonun hesabını da millete vermelidir.

“Aldatıldık” diyerek sıyrılamazsınız, vebali de, sorumluluğu da omuzlarınızdadır.
Gerçekten ortada “illegal örgüt” var ise neden bugüne kadar yargıya taşınmadı?
Ayakkabı kutusu sallayanlardan bile yargı önüne hesap sorulurken, neden bu yapılanmaya ve tarafınıza yönelik tehditlere karşın tek bir hukuki girişimde bulunmadınız?

17 Aralık operasyonu ile ortaya çıkan ve “asrın yolsuzluğu” olarak tabir edilen dava çerçevesinde binlerce polisin, yargı mensubunun görev yerlerinin değiştirilmesi…
4 bakan hakkındaki fezlekelerin TBMM’ye geldiği halde geciktirilmesi…
TBMM’de fezlekelerin görüşülmesinin AKP oylarıyla engellenmesi…
Bu girişimler, AKP iktidarın telaş içinde olduğunun göstergesidir.

Geçtiğimiz günlerde Başbakan Erdoğan’ın “kökünü kazıyacağız” demesinin üstünden birkaç saat geçtikten sonra Twitter’in engellenmesi de yine aynı endişenin sonucudur.

Ne yazık ki, milletten aldığı tek başına iktidar olma yetkisi ve şansını iyi kullanamayan, adı yolsuzluklarla anılan bir hükümet görev başındadır.

Laik, demokratik bir hukuk devleti olma yolundan giderek uzaklaşan Türkiye, İran ve Çin gibi ülkelerle aynı kategoride anılır hale getirildi.

Öyle ki, Başbakan, muhalefet partisi liderlerinin görüş ve düşüncelerine televizyonlarda yer verilmesine bile tahammül edemeyip, telefonla arayarak hesap sorabilmektedir.

Türkiye sırtında bu kadar çok kamburu bir arada taşıyabilecek bir ülke değil.
Ülkenin önünün açılması, toplumdaki huzur ve güven ortamının yeniden inşa edilmesi, ifade özgürlüğünün önündeki engellerin kalkması, yolsuzluk iddialarının bağımsız yargı eliyle soruşturulması adına sandık en büyük şanstır.

Son 12 yıldır tahrip edilen devlet sistemin yeniden onarılabilmesi, cumhuriyetin değerlerinin yaşatılabilmesi, yargının bağımsızlaşabilmesi, çocuklarımızın geleceğe umutla bakabilmesi adına 30 Mart tarihi bir milattır.

Birkaç gün sonra sandık başına giderek kullanacağımız oylarla, Türkiye’nin geleceğinin yeniden şekillenmesinde önemli rol oynayacağız.
Tabi ki şeffaf ve hilesiz bir seçim sistemi olması koşuluyla!
Bu açıdan herkes 30 Mart seçimlerine öncekilerden farklı bir gözle bakmalı.
Sandığa gitmek sade bir vatandaşlık görevi olmaktan çıkmış, tarihsel bir sorumluluğu da omuzlarımıza yüklemiştir.

AKP hükümetleri eliyle rayından çıkarılan Türkiye Cumhuriyeti’ni yeniden çağdaş dünya ile entegre olabildiği, herkesin eşit haklardan yararlanarak kardeşçe yaşayabildiği bir Türkiye’yi yeniden kurabilmek adına bu şansı en iyi şekilde değerlendirmek zorundayız.

Aksi bir sonuç daha baskıcı, daha yasakçı ve çok daha karanlık günleri de beraberinde getirecektir!