‘­­­­Şaşıra şaşıra şaşırmamayı öğrendim’ deriz; mevcuta, statükoya, beklentilere aykırı kimi tutum ve davranışlarla karşılaştığımız zamanlarda. İstediğimiz şeyler beklentilerimiz doğrultusunda gerçekleşsin istiyoruz çünkü...

Oysa yaşam o kadar basit, tekdüze değil; sizin arzularınıza göre, insanın yarattığı değerlerin değiştirilmeden sürmesi şeklinde cereyan etmiyor.

İnsan, çevresindeki obje ve olayları önce duyumsar, fark eder; sonra algılar, anlamlandırır ve en sonunda da o şey hakkında bir bilgiye ulaşır. Akabinde ise sahip olduğu başkaca bilgileri de kullanarak ve de etkilenmelerinin ışığında bir takım düşüncelere, kanılara, fikirlere ulaşır. Uyarıcılar değiştikçe buna bağlı olarak algıları da, bilgileri de, fikirleri de değişir...

İnsan, yaşamı boyunca aynı ya da benzer algılamalar ile sahip olduğu bilgilere dayalı olarak alışkanlıklar, kanaatler, tutumlar ve giderek ilkeler de oluşturur. Örneğin toplum içinde yaşamak, sosyalleşmek belli aşamaları gerektirir. Kültürel faaliyetlerin, ekonomik ya da ailevi, siyasal ilişkilerin belli bir yapısı ortaya çıkar. Bu yapı çerçevesinde yaşamını sürdüren insanlar, çok aykırı şeylerle, olmaması, yapılmaması gereken davranışlarla karşılaştığı zamanlarda ise şaşırır...

İçinde yaşadığımız dönem de böylesi aykırılıkların, hızlı ve köklü değişimlerin yaşandığı zaman dilimidir. Siz isteseniz de istemeseniz de her şey değişir. 'Değişmeyen tek gerçek değişimin kendisidir' ilkesini göz ardı etmediğimiz sürece olumlu ya da olumsuz değişikliklere; gelişmelere, çürümelere, bozulmalara tanıklık etme durumundayız...

Yerel Seçim takvimi başladığından beri siyasal çevrelerde, partilerde yaşanan ve insanları hayretten hayrete yolculuğa çıkaran gelişmeler de tam bu zeminde olup bitiyor. Dün, ondan önceki gün, çok daha önceleri böyle değildi biçimindeki alışkanlıklarımız, yeni gelişmelerle çeliştikçe şaşkınlıklarımız, hayretlerimiz de artıyor doğal olarak...

Sürekli olarak aynı uyarıcıyla karşılaşan insan ona 'alışır'; tepki gösterdiği, rahatsız olduğu, asla istemediği uyarıcılara karşı artık tepki vermez/veremez duruma geldiği zaman ise 'duyarsızlaşır'. İşte toplumsal bir yapı olan insanın duyarsızlaşma noktasına gelmesi, olumsuz gördüğü şeylerden etkilenmemesi, rahatsız olmaması ise onu omurgasızlaştırmaya götürür. Daha açık bir ifadeyle kişiliğinde gedikler açar, karakter yapısını bozar, insanlıktan uzaklaştırır...

Siyasal yaşamda lider egemen partilere karşı tepki gösterdik, sonra alıştık, şimdilerde ise neredeyse kanıksadık, duyarsızlaştık. Böylesi durumlar şaşırtmıyor artık...

Siyaset temelli ticarileşti artık. Parasız ya da az parayla siyaset yapılmıyor. Meclis üyelikleri, mahalle muhtarlıkları için yüz bin rakamları havada uçuşurken; belediye başkanlıkları için telüfuz edilen rakamlar ise gerçek anlamda dudak uçuklatıyor. Yeni parayla milyonlar, eski parayla trilyonlardan söz ediliyor çünkü.

İstanbul'da orta büyüklükte bir ilçeye belediye başkanı olmak için bir kaç milyonu gözden çıkarmanız gerekiyor. Unutmadan, bunun bir başka söyleyiş şekli şu: Böylesine uçuk miktarlarda başı dışarı paranız yoksa ağzınızdan kuş tutsanız, bırakın bir ilçeyi, ili, ülkeyi kurtaracak donanımda olsanız bile şansınız yok demektir.

Öte yandan, sıradan bir ekonomi mantığıyla yaklaşsanız bile yatırılan parayı normal bir akışla geri alma şansınız hiç yok. Diyelim ki beş milyor harcadınız ve belediye başkanı oldunuz; bütün gelirleri toplasanız beşte birini geri alamıyorsunuz. Şimdi, soru şu: Hangi akıl sahibi insan durup dururken böylesi büyük bir meblağı gözden çıkarır? Parayı ve daha fazlasını geri alma şansı, yolu varsa; -ki bizim gibilerin aklı ermese de vardır- bu yoldan çok yolsuzluk olmaz mı acaba? Öyle ya, sırf koltuk için ya da hizmet için bu kadar büyük rakamlı paraları kim gözden çıkarır ki!

Buna da alıştık önceleri, giderek de kanıksıyoruz işte!
Şaşırmıyor ve hatta rahatsız olmuyoruz artık.
Ne kadar ekmek, o kadar köfte...
Paran yok mu? Otur oturduğun yerde o zaman!
Fakirin siyaset hakkı yok mu? Elbette yok! Hala şaşıranınız mı var?

Para, insanoğlunun yarattığı ve kölesi olduğu en önemli değerlerden birisi, belki de birincisidir. Keza, ekonomik, sosyal, siyasal alanları belirleyen temel unsur olduğu gibi inanç alanında da birinci derecede etkilidir.

Ortaçağ boyunca koskoca Avrupa kıtasının yönetiminin, her tür yetkisinin kilisede toplanması tesadüf olmasa gerek, değil mi?

Özellikle son on yıllarda yaşanan gelişmeleri ve hükümetle dişe diş savaşan Fethullan Gülen cemaatinin gücünü düşününce de aynı noktaya çıkıyoruz...

Sözün özü: Bu gün ve bundan sonra başta siyaset olmak üzere, toplumun hemen her kesiminde ortaya çıkacak zikzakları, değer ve adam satışlarını, toplu halde yer değiştirmeleri, safların kayganlığını, kimin elinin kimin cebinde olduğunun belli olmayışını, övmelerin hemen peşinden sövgülerin gelmesini, ardı ardına sıralanan yalanları, karalamaları, kabalıkları, küfürleri, düzeysizlikleri... gördüğünüzde sakın şaşırmayın...

Aynaya bakın, kafanızı görün ve ne tür tarak kullanacağınıza karar verin; hepsi o...