Hani 'Büyük Usta'nın' dik durup eğilmediği zamanlarda ağzını açtımı etmedik hakaret, yapmadık karalama, atmadık çamur bırakmadığı bir kesim var ya; tarikat miydi, cemaat miydi, hizmet hareketi miydi, neydi? İşte o...
Hani şu lideri, pardon şeyhi, hocası işte en muhtereminden...
Hani ülke içinde ve uluslar arasında; siyaset desen onda, ticaret desen onda; din onda, eğitim onda, medya onda, ihale onda...
Bu kadar mı?
Olur mu hiç!
Milyonlarla mürid, yüzbinlerle oy onda.
İşte, yatırımda, başarıda sınır yok...
Muhterem hocaefendi dışarıda, Okyanus ötesinde özel bir villada sürüm sürüm sürünüyor...
Anımsadınız değil mi?

Ne diyordu sevgili Başbakanımız kendileri için;
'Çete' diyordu,
'Haşhaşiler' diyordu,
'Dış güçlerin maşası' diyordu...
'Karanlık odaklar' diyordu...
'Devlet içinde devlet mi olur', diyordu.
'Şirk koşuyorlar' diyordu.
'Paralel devlet' diyordu bir de...

Ne demekti paralel? Aynı doğrultuda, aynı mesafe aralığıyla yer alan, sürüp giden çizgiler. Bu da doğal olarak eşit gücü gerektiriyor ki kesişme, temas olmasın, biri diğerini yok etmesin...

Bir de 'Para / lel' vardı tabi'

'Dershanelerin kapatılması girişimi' ile su yüzüne çıkan çıkar çatışmasının yarattığı ortam kirliliği içinde 'karşı taraf' da boş durmadı elbette. Medya desteğini çekti önce. Sonra sosyal, siyasal ve ekonomik desteklerini.

Bununla yetindi mi?
Yetinir mi hiç!
Savaş başlamıştı bir kere.
Bedduadan haber atağına, kaset yayınından istihbarat bilgilerinin ortaya dökülmesine, her tür kirli ilişkilerin deşifresine varıncaya kadar toslaşmalar devam etti.
Haksız, hukuksuz, insanlık onuruyla bağdaşmayan mağduriyetlerde karşılıklı suçlamalar rüzgar gibi esmeğe başladı.

Polis, Milli İstihbarat, asker ile ekonomik, sosyal ve kültürel kurumların işgali ya da işgalin kaldırılması yönünde boğuşmalar birbirini izledi.

'Ben yapmadım o yaptı' türü yalan ve iftiralar rüzgar gibi esti.
Kişisel hakaretler, küçültmeler ise ağıza alınır cinsten değildi..
'Peki, hangi taraf haklıydı?'
İkisi de sonuna kadar haklıydı!
Birbirleri hakkında söyledikleri sözlerin tamamında tam isabet sağlıyorlardı.
Kirlilik, pislik, rezillik, hak yeme, mağdur etme, karalama gibi niteliklerde birinin diğerinden aşağı kalır yanı yoktu zira!

İnsanların duygularını, umutlarını sömürme, kandırma, yalan söyleme, işine yaramayınca ya da 'yeter artık' deyince olmadık zulümler uygulama gibi konularda da atbaşı yarışıyorlardı.

AKP iktidarının başından beri birlikte çalışıyor, kirli işlerde ya ortak ya da tanıklardı...

Pek dost da değillermiş ki birbirlerinin kirli çamaşırlarını ortaya dökmekten çekinmediler; kirli bir el diğerine sarılınca ya da iki kirli el birbirine sürülünce temiz olmuyordu!

Körfez savaşında kirli sulara gömülen, kolunu kanadını kıpırdatamayan ama yaşam adına çırpınıp duran kuşları getirdiler akıllara. Ne zor bir durumdu, soluduğu hava bile kirliydi...

'Paralel Devlet' söylemine gelince; başbakan haklı, devlet içinde devlet olmaz, halkın içinde çok çeşitli farklılıkalr olur elbette ama devlet tek olur, belli bir yapıyla ayakta durur.

Ama tam da burada sağlıklı, normal, özgür irade sahibi insanlar soruyor: İyi de bu hareket gökten zembille mi indi? İlk günden bu yana birlikte olduğun, muhterem dediğin, ne istediler de vermedik dediğin ve devlet kadrolarını doldurduğun bu insanları yeni mi fark ettin?

Orduyu, muhalefeti, aydınları, bürokratları, hukuku, eğitimi, istihbaratı... hedef aldıklarında; insanları işlerinden, eşlerinden, özgürlüklerinden mahrum ettiklerinde; olmadık karalama ve küçük düşürme faaliyetleri içinde bulunurken sesin çıkmadı da; oklar sana dönünce mi bağırmaya başladın? Beslediğin yılan seni sokmasaydı yine bağıracak mıydın?
Uzayıp gider sorular...

'Paralel Devlet' söyleminin ayaklarının yere basması, ne ifade ettiğinin anlaşılması için tarihimizden bir kaç örnek vermek istiyorum...
Osmanlı İmparatorluğu'nda başkaldıran, isyan bayrağı açan şehzadeler ile olmadık entrikaların döndüğü harem, kendi başlarına birer paralel devletti.
Osmanlı'nın son döneminde ortaya çıkan İttihat ve Terakki hareketi öyleydi.
Kurtuluş savaşı kadrosu öyleydi.
Atatürk Cumhuriyeti ve aydınlanma hareketine karşı çıkan ve değişik yerlerde
ayaklanmalara yol açan güçler öyleydi...
Menderes ile birlikte can bulan feodal yapı Atatürk Cumhuriyetiyle paraleldi...
Derin devlet, glodya, jitem gibi isimlerle ifade edilen oluşumlar öyleydi...
Türkiye Cumhuriyeti'ni yönetme şansına ulaşan AKP zihniyeti öyledir...
Bir de 'Gülen Devleti' var ki her ikisine birden paralel...

Sonuç olarak, kendisi mevcut devlet yapısına 'paralel' olan zihniyetin, kendisine ve düzene uymayan başka bir gücü kendi durumuyla suçlaması manidar değil mi?

Para/lel güçlerin kesişmesi, çarpışması ile ortaya çıkan parlamalar, patlamalar giderek çöküntülere yol açıyor işte!