Zeytinburnu Balıklı Rum Hastanesinin bahçesinde tatlı bir tesadüf;

Saçlarını ensesinde toplamıştı. Tamamı beyaz, seyrekçe ve dalgalı... Yüzünde tarifi imkânsız şeyleri yaşadığının kanıtı derin çizgiler. Gözleri gırileşmiş. Oysa vakti zamanında ne kadar parlak ne kadar ışık doluydu kim bilir. Nasıl dalgın, nasıl sakin , nasıl sesiz bir yaşlı teyze duruyordu karşımda. Oturduğu bank olmasaydı keşke. Güneş vuran yüzüne bir şemsiye olsaydı. Esen rüzgarın değdiği omuzlarında bir şal olsaydı. Ayakları betona değil bir halıya bassaydı. Yanında tanımadığı insanlar değil , çocukları torunları otursaydı...

Uzaktan bir süre izledim onu. Eline eski rengi solmuş bir havlu vermişler. O kadar kirlenmiş, o kadar eskimişki bırakın elinize almayı , bir yeri silmek için bile kullanmazsınız. Takip ettim ne yapıyor  diye. Özenle katladı havluyu. Sonra açtı. Köşelerini bir uçtan bir uca getirdi. Ölçtü elleriyle,  gözleriyle . Tekrar katladı , tekrar açtı... 

Yanına gittim . 

Kolay gelsin teyzem ne yapıyorsun dedim.

“Kuzum yetiştirmeye çalışıyorum. Bunun bitmesi lazım akşama “ dedi.

Ne dikiyorsun dedim.

“Gelinlik “dedi.

Peki nasıl olacak bu gelinlik dedim.

Heryeri dantel olacak ,asillikten, değerden ve kıymetten. Beli ince olacak zarafetten. Uzuuun bir kuyruğu olacak , ömür boyu süren, duvağı sessiz olacak tülden...

Sesim kesildi. 

Peki kime bu gelinlik dedim. Gözlerini elindeki havludan çekip yüzüme baktı. Gülümsüyordu. Elindekinin gelinlik olmadığını bilir gibi. Söylediklerinin daha fazlasını susmuş söylememiş , gizlemiş gibi. Sanki yeri orası değilmiş gibi...

“Benden başka herkese” dedi.

İhtiyarhanenin bütün bahçesi ve pencere kenarları sardunyalarla doluydu. O güzel bahçenin tam ortasında şadırvanlı bir havuz vardı . Fakat etrafını tel örgülerle kaptmışlardı. Sanırım hastalar kendisine zarar vermesin diye tedbir amaçlı kapatılmıştı. Etrafından dolanıp merdivende bekleyen görevli bayanın yanına gittim. Bu iki katlı sevimli binanın geniş pencerelerinden  kim bilir kimler bakıyordu. Burada yapayalnız gün doldurmaktan başka neyi  bekliyorlardı...Gelen , giden onları gören yakınları var mıydı?

Görevliye teyzeyi sordum. 

Terziymiş. 

Hiç evlenmemiş. 

Kimsesiz.

Alzheimer ‘dan başka rahatsızlığı yokmuş. 

Uzaktan tekrar baktığımda , hâlâ elindeki havluyu ölçüyordu teyzem. Hiç giyemediği fakat anlamını herkesten çok bildiği gelinliği başkalarına yetiştiriyordu...

Bugün dünya yaşlılar günüydü. Başımıza geleceğini bildiğimiz , adım adım yaklaştığımız, yaşlılık halini düşünmemiz ve onları anlamamız dileği ile...

EVRİM TOK