Selam Uzu,

Dün aldım yazdığın mektubu. Yine heyecanlı bir o kadar sevinçle açtım zarfı. Öncekilerde olduğu gibi yine bir nefeste okudum. Bir daha okudum. Sonra sakin sakin bir daha okudum.

Zuzu, 6 ay oldu senle mektuplaşmaya başlayalı. Senle yazışmalarım başladığından beri dünyaya bakışım da çok değişti. Oturup saatlerce sohbet ettiğim dostlarım gibi senle de sayfalarca sohbet ediyorum. Ve bu sayede ruhum dinginleşiyor, keşkelerim iyikiye dönüşüyor, içim huzurla doluyor.

Hırçın dalgalarla boğuşan beynim sana yazdığım satırlarla sakın bir limana sığınıyor. Ne güzel bir şey sana yazmak. Kâğıt kalem aracılığıyla senle olaylar tartışmak.

Herkesin artık nostalji olarak gördüğü teknoloji çağında, ucu yanık olmasa da içi kırılgan hayatlarla dolu mektuplar aracılığıyla sana ulaşmak, dokunmak, hissetmek, ne güzel.

Ne güzel bir insansın sen.

Dün Şile’de sahil kenarında dolaşıyorum. Hem denizin o muhteşem kokusunu, hem de sigaramın acı tadını dolduruyorum ciğerlerime. Deniz (Şile Karadeniz sınırıdır) namına uygun kabarıp duruyor karşımda. Bense sakinim. Göndermiş olduğun mektubunda yazıklarınla dolu beynim. Bilirsin yazılanlar ve söylenenler üzerine uzun uzun düşünürüm sonradan. İlk anda beynime gelen anlamlarından daha öte, alt anlamlarını bulmaya çalışırım ifadelerin.

Ne yazmışsın mektubun da; "Seni resmettim dün. Hiç görmediğim yüzünü çizdim. Bana yazdığın 15 mektuptan yola çıkarak yaşadıklarını koydum yüz hatlarına. Her bir çizgiyi diğerine yine yazdıklarından algıladığım ruh halinle bağladım. Öylece baktım sana. 45 senelik hayatın her dakikasına bu denli haraketli ve yoğun yaşamış bir adamın yüzüne baktım saatlerce. Güldüm, ağladım, sevindim, hüzünlendim. Heyecanlandım biliyor musun bakarken resmine. Parmak uçlarımla dokundum sana, sonra korktum... Neden diye sorma...”

Bu cümlelerle uzayan mektubunun benim için en gizli cümlesiydi: “Neden diye sorma?”

İnsan neden, 'neden sorusunu' uzak tutmak ister ki hayatından? İşte buraya takıldım.

Yaklaşık iki saattir deniz kenarındayım. Senin cümlenden yola çıkarak oluşturduğum soruya beynimin derinliklerinde cevap arıyorum. Birçok yoldan gidiyorum sorunun cevabına hep aynı sonuca varıyorum. "İnsanlar yaşamlarının kırılgan noktasına denk geleceğini düşündükleri nedenlerin sorulmasını istemiyorlar."

Bende mi öyleyim acaba?

Yok değilim. Çünkü ben bütün nedenleri sorgulayan biriyim. Ve her neden sorusuna cevap verdim. Kırılganlıkları ortaya koyarak…

Yok yok. Bende öyleyim. Evet, her neden sorusuna cevap verdim ama kişilerle kurduğum diyaloglarında 'Yaşamımın kırılganlıklarına' girebilecek kişilere verdim bu soruyu sorabilme mesafesini. Diğerleriyle hep mesafeli oldum.

İçgüdüsel olsa gerek insan hep beyinsel badigartlarla yaşıyor. Ve bu durum insanın 'bana özel' dediği kırılganlıklar yaratıyor hayatında. Bu kırılganlıkla yaşamımızın DNA kodlarıymışçasına gizliyor, bir yerlere atıyor, onları en kırılmaz fanuslar içinde saklanan; en yüksek güvenlik önlemleriyle korunan dünyanın en kıymetli elması sınıfına sokuyoruz. Ya da vitrinin en güzel köşesine konmuş arada bir tozu alınan ama 'aman kırılmasın' diyerek mümkün olduğu kadar az dokunduğumuz ve dokundurduğumuz el işi bir bibloya dönüştürüyoruz.

Böyle olancada korkularımız bizi yönetmeye başlıyor.

Ya çalınırsa? Biraz daha güvenliğini artarım…

Ya kırılırsa? Biraz daha az dokunalım....

“Ya" larımız arttıkça “yaşamımızın kırılganlığını” hem kendimizden hem de çevremizden uzaklaştırmaya, git gide içe dönmeye başlıyoruz. Kısacası yaşamımızın kırılgan yanlarını içimize gömdükçe aslında paramparça oluyoruz.

Hatırlarsan ilk mektubunda yazdığın bir cümle vardı; “İnsan yaşadıkça ve yaşadıklarını paylaştıkça çoğalıyor. Ben paylaştıklarımla varım hayatta." diye yazmıştın.

Şimdi 'neden diye sorma?' diyorsun.

Zuzu, evet sen benimle paylaştıklarınla varsın hayatımda. Şimdi benimle paylaşmadıklarınla gizlenmeye başlıyorsun. Gizliliklerin artık bu mektupla azalmaya, başlayacak. Ve biliyorum ki bir gün bir mektup alacağım senden. “Bu sana yazdığım son mektubum diye” başlayan. "Artık birbirimize yazmayacak olsak da seni hayatımın en özel yerinde tutacağım" diye biten. Yani bir gün gelecek bende, yaşamının kırılgan bir yara olarak cam fanuslar içinde arada bir tozu alınmak üzere saklanmaya başlanacağım.

Ben böyle olmasın istiyorum. Yaşamın kırılganlığı içinde yer almak, cam fanuslar içinde arada bir tozu alınan en değerli elmas olmaktansa; senle her an temas eden, kirlenen, yıkanan metal bir kaşık olarak kalmak istiyorum hayatında.

Bu yüzden son cümlem bir soru olacak...

Neden korktun?

Hasret ve sevgiyle…

Kuskus.

Not: Bu isimsiz mektup, 19.03.2007 tarihinde Yaşam Gazetesine, Mustafa Çifci adına gönderilmişti, o tarihte gazetede yayınlanmıştı. Bu güzel hatıraya tekrar yer vermek istedik.