Etrafımdaki anlaşmazlıkların büyük bir çoğunluğuna baktığımda, yanlış anlamanın payının önemli olduğunu görüyorum. Birbirimizi yanlış anlıyoruz. Dinlemeden, önyargılarla itham ediyoruz. Sakin sakin konuşmayıp, bağırıp çağırmaya başlıyoruz. Öfke, şiddet, gözyaşı, bir dolu sorun çözülemeden bir kenarda dağ gibi birikmiş ve çaresizlik içinde kıvranan mutsuz insanlar...

“Yumuşak serti ezer” diyorum ben. Gerginliği bir kenara bırakıp gerekirse saatlerce sohbet niteliğinde konuşmak, anlamaya çalışmak, anlatmak, bu esnada bir yemek yemek, bir kahve içmek. Fikir ayrılığı olsa da birbirini anlamış iki insanın aralarındaki sevgi saygıya zarar vermeden masadan kalkması çok mu zor.? Amaan sende, çok basit bir konuya değinmişsin bu hafta dediğinizi duyar gibiyim. Öyle demeyin, ciddi önemi olan bir sorun bu. Ne kadar sabırsız olduk, ne kadar çabuk harcar olduk dostlukları, ilişkileri.

Eskilerin gelenek göreneklerden bahsettiğinde “Biz büyüklerimize asla karşı gelemezdik” cümlesini aşırı buluyoruz belki ama “ne varsa eskilerde var” sözünü de unutmamak gerek. Saygı ve saygının getirdiği suskunluk ne büyük erdemmiş oysa. Bağırıp, çağırmak bir yana ağzımızı açıp tek laf etmediğimiz anları hatırladığımızda “iyiki” demiyor muyuz?

 Zamanla yarıştığımız  çağımızda tahammülsüz de olduk. Böyle giderse kötü. Her geçen günün bize hediyesi biraz daha yalnızlık olacak ve en önemlisi bu gidişata dur demezsek en yakınlarımızı, en sevdiklerimizi anlayamadan göçüp gideceğiz bu diyardan.

Aslında yapmamız gereken çok basit. Birisi sözleriyle canımızı mı sıktı; önce derin derin nefes alıp vereceğiz, içimizden en az beşe kadar sayacağız Bu da yetmezse gidip yüzümüzü soğuk suyla bir güzel yıkayacağız. Sonra da en kibar sesimizin en güzel tonuyla sakin sakin cevabımızı vereceğiz. Öfke tohumlarının ışık hızıyla içimizde yeşerip, ağzımızdan meyvelerini fışkırtmasına izin vermeyeceğiz. Gerekirse şu atasözümüze itaat edeceğiz:”Söz gümüş ise, sükut altındır.”