Bana sorulan, “Aşk konusunda bu kadar kitapları nasıl yazıyorsun” sorusuna, benim yerime geçenlerde bir başkası vermiş; “Güzel kadın arkadaşları var çevresinde, o kadınlar bende olsa, ben de yazardım hatta daha çok yazardım.”

                Yani beni aşk yazarı yapan kadınlarmış...

                Güzel kadınlarmış üstelik...

                Oysa ben bu yaşıma kadar çirkin kadın da görmedim.

                Tüm kadınlar güzeldir. 

                Gerçek şudur ki; Kadın ne kadar güzel olursa olsun, isterse dünya güzeli olsun, şair olmayana asla şiir yazdıramaz

                Ayrıca aşk insanı şair filan da yapmaz.

                Sevilen ne olursa olsun, isterse Dünyanın en güzel kadını olsun, isterse en yakışıklı erkeği olsun; aşk bir insanı ne şair yapar, ne de yazar. Böyle bir şey yok.

                Yazar, insanın özgürlüğünü hissedebilen birisidir ilk önce. Yüreğinde sonsuz bir sevgi besler. Özgürlüğün ve mutluluğun yaşamın temeli ve herkesin hakkı olduğunu düşünür. Çekilen acıların, bitmeyen yoksulluğun, sonu gelmeyen özlemlerin, dökülen gözyaşların  insanlığın değil, sadece kötü niyetli, bencil kişilerin bireysel kötülüklerinden geldiğine inanır. Tüm bunlar da siyasetin işidir. İşte bundan dolayı, yazar dediğin sürekli insanı işler, insanı yazar. Çünkü en önemli etken insandır onun gözünde.

                Sanat, insanların mutlu hayatı yaşamasını, aydınlık yarınlara bir adım daha atabilmeleri yönünde çalışır. 

                Eğer güzel kadınlar erkekleri şair yapabilmeleri gerçek olmuş olsaydı, en güzel kadınlarla sevgili ya da eş olanlar dünyanın en meşhur şairi, yani en iyi şairleri olurlardı…

                Şair olmaya verin bu İstanbul’un en güzel kadınını bakalım ne yazabilecek?

                Nesini yazabilir ki?

            “Gözün kara, kaşların ok, göğüslerin güzel, mini eteğinden taşan beyaz bacakların güzel” demekle şiir yazılmaz, şair olunmaz.

                Ayrıca yazar, yazmak için ilham arayan, ilham gelsin diye bekleyen birisi değildir. İlham gelsin diye, şurada olayım, burada olayım, denizi seyredeyim, bağ evinde olayım, sevgilimle tatile gideyim de, ilham gelsin ondan sonra yazarım gibi saçma sapan bir durumu olamaz.

                Yazmak bilgi işidir.

                Bilgin varsa yazabilirsin.

                En önemlisi de içindeki his, duygun, düşüncen beyninden ve yüreğinden taşmasıdır.

                Bilgi, bilgiyle çoğalır. Yazının da temeli budur.

                Güzel kadın ve şairle ilgili size bir anekdotu anlatayım da konu daha iyi anlaşılsın.

                “Adamın biri bir kadına âşık olur.

                O kadar çok sever ki şiirler yazar sevdiğine…

                Kadın adamın aşkına karşılık vermez ve başkasıyla evlenir.

                Şair kendini geliştirir, sürekli çalışır. 

                O kadar çok yazar ki günün birinde ünlü̈ bir şair olur.

                Ülkenin her yerinde şiir dinletileri yapmaya başlar.

                Bir gün o eski sevdiği kadının yaşadığı kente düşer yolu.

                Orada şiir dinletisi yapar. Bunu duyan kadın da, kocasını alıp dinletiye gider.

                Şairi dinleyenler arasında sevdiği kadın ve kocası da vardır.

                Kadın çıkışta şairi bekler ve karşılaştıklarında:

                “Beni tanıdın mı?” der.

                “Hayır, tanıyamadım” diye cevaplar şair.

                Kadın unutulmuş̧ olmanın şaşkın ve kızgınlığıyla:

                “Nasıl tanımazsın? Yıllar önce deliler gibi âşık olduğun, sana bu şiirleri yazdıran kadınım ben. Beni unutamazsın sen. Seni şair yapan o güzel kadın benim” der.

                Şair, şöyle bir bakar kadına, yılların öcünü alırcasına şöyle der;

                “Keramet sende olsaydı, o kolundaki de şair olurdu.”

**

                Şiirlerini, kitaplarını çantasına doldurup…

                Yürüyüp gider şair…

                Ardında o büyük sevdasının gözyaşını bırakıp, ağır adımlarla yürür karanlık sokaklara doğru, alaca karanlığın içine doğru yürür, gözden kaybolur şair…

                Yüreğinde bir yalnızlık acısını yaşayarak…

                Kitaplarında dile gelen sevdasına tek başına sahip çıkarak yürüyüp gider, kaybolur gözden…

                Kadın olduğu yerde hareketsiz kalakalır.

                Şairin saçlarını okşadığını, ay ışığında kendisine yazdığı şiirleri okuduğu aklına gelince gözlerinden usulca akar birkaç damla gözyaşı…

                Şairden sonra ne şiir okuyanı olmuştur ne de kendisini çiçeklere benzeten birileri. Tatlı, heyecanlı bir yaşamın içinden sıradan, gelişi güzel bir hayatın içine nasıl düştüğünün cevabını kendisine veremez. Uzun süre bakakalır, o karanlık sokak içinde kaybolan şairin gölgesine…

                O kadar üzülür ki, sanki kalbi yerinden çıkıp ayaklarının altına tozlu yollara düşmüş gibi hisseder. Gözyaşı değil, gözlerinden kandır akan…

                Şair, gecenin karanlığında…

                Kadın, kendi yüreğinin karanlığında kaybolur.

                Ve o aşkta, yaşanmadan binlerce aşk gibi yalan olur…

                [Aşk Yazarı Mustafa Çifci®- İstanbul, Kasım 2023]