O kadına âşıktım...
                Çok sevdiğimden dolayı onu kırmaktan, onu incitmekten hep çekiniyordum.
                Bu yüzden istemediği hiç bir şeyi yapmıyor, söylemiyordum. Ne kadar hoş davranırsam, her şeyi onun istediği gibi yaparsam daha çok mutlu edeceğime, O mutlu oldukça beni daha çok seveceğine inanıyordum. Bazen yapmak istemediğim bir şeyi istemiş olsa dahi yapıyordum. Sabrediyordum. Nasıl olsa günün birinde bütün bunların biteceğine inanıyordum.
Ama o beklediğim gün bir türlü gelmiyordu. Karmaşık duygular içindeydim. Kendi kendimle en büyük savaşı veriyordum.
                Aşk, özgürce yaşayabilmekti yoğun sevgiyi ve ben özgür değildim...
                Bir şeyi arzulayan ve seven kusurları görmezmiş. Bende sevdiğim kadının mükemmel olduğunu kabul etmiştim. İnsan aşka düşünce böyle oluyordu; sevilenin kötü yönlerini ve kusurlarını göremiyordu. Görebilmesi için ancak o dünyanın içinden çıkması gerekiyordu.
                Bazen geç saatlere kadar film izlerdi, yorum yapardı.
                Takip edip izlediği dizileri vardı, kitapları vardı, güzellik ya da moda dergileri satın alırdı.
                Romantizmden söz ederdi, hayallerini anlatırken uzaklara bakar, gülümserdi...
                Uzaklara gitmek isterdi.
                Farklı insanların yaşamlarını merak ederdi.
                Bense gazetemi okumaya devam eder, günlük yazılarımı yazardım...
                Üstelik aşka dair yazılar...  
                “Bir gün otogarda buluşalım”, dedi. “Nereye gittiğini sormadan ilk kalkan otobüse binelim.
Ama uzak bir yer olsun ki, gittiğimize değsin.”
                Düşündüm, aceleye gerek yok, yaz tatilinde gideriz dedim, hem bir plan yaparak...
                “Plan, plan, senin hiç plansız işin olmaz mı, bıktım senin o planlarından, detaylarından, biraz da plansız ol, dışarıya bak.”
                Ve sözlerinin sonunda, “Bir aşk istiyorum”, dedi. “Zamansız kapımı çalsın, bana yaşadığımı hissettirsin, bir şeyler yapsın...”
                Ve sonra kendini büyülü dünyasının odasına kapattı...
                Bunu diyen benim sevdiğim, âşık olduğum kadındı.
                Yolunda gitmeyen bir şeyler mi vardı?
                Nerede eksik kalmıştım?
                Konuşuyor, gülümsüyorduk ama aklım onun söylediği sözlerde kalmıştı.
                “Bir aşk istiyorum”
                Aradan bir kaç gün geçtikten sonra bir gün arayıp, “hangi gün gidiyoruz”, diye sordu.
                Sanki son bir kez daha şans verir gibiydi...
                Net bir cevap veremedim...
                “Kaçamak cevaplarından sıkıldım artık” dedi...
                Kendini yalnız hissetmesine vesile oldu bu kararsızlığım…
                En çok hatalarımızdan biri de karşımızdakine yalnız olduğunu hissettirmemiz olduğunu anlamıştım geç kaldığımın farkına varmadan.
                İnsan yalnızlık duygusuna düşünce ilişki önemini yitiriyordu ve hepimiz birileri tarafından sahiplenmek istiyorduk. Yalnızlık ve sahipsiz olunca kendimizi çıplak hissediyor gibiydik...
                Ve aşk en çok sahiplenmeyi gerektiriyordu.
                Her ne olursa olsun yanında olduğumuzu kanıtlamadan, güvenini kazanmadan bir kadına sahip olmak hep sözde kalıyordu.
                Ve yalnız kalan kendini sürüden ayrılan keklik gibi görebiliyordu...
                En çokta kadınlar...
                Yanıldığımı görmem, bir şeylerin farkına varmam biraz zaman almıştı.
                İnsan yaşamadığı şeyleri tam bilemiyordu.
                Sevdikçe kaybediyordum.
                Sevdikçe kendi benliğimden ödün veriyordum.
                Sevdikçe sıradan şeyler sorun olmaya başlıyordu.
                Sonunda aşk, beni kişiliğinden ödün veren birisi yapmıştı.
                Ve kişiliksiz insanları kadınlar sevmiyordu.
                Ve sonra bir şeyi daha iyi anladım; hızlı başlayan aşklar hızlı bitiyordu.
                Hızlı bitiyordu çünkü insan aşka düştüğünde kendini tamamen onun ellerine bırakıyor, benliksiz kalıyor ya da karşısındakinin benliğine sahip oluyordu.
                Ve sahip olunan her şey, kişinin istediğini elde etmesinden sonra hızla anlamını yitiriyordu.
Özlenen, hedeflenen ilişkiler bittiğinde beklemeler de bitiyordu.
                Karnelerin dağıtımından sonra sınavların önemi kalmadığı gibi, benliğine sahip olunan aşkın da heyecanı kalmıyordu.
                Engellenemeyen yıkımlar ağır ağır başlıyordu.
                Ve en kötüsü de ihanet yaraları hep derinlerde oluşuyor, insana başka bir acı veriyordu. 
                Ve çözümler herkesin ulaşabileceği kadar kolay olmuyordu.
                Kolay değildi, öfkene sahip çıkmak, kendine söz geçirebilmek, bir yarayı sarmak, akan kanı durdurmak, yaşanılan kötü anları kesip, iyi yerinden devam etmek...
                Kolay değildi...
                Yıkım başlamışsa sonu gelmeliydi..
                Ve bir gün onu aradığımda evinde yoktu.
                Defalarca aramama rağmen telefonlarıma cevap vermiyordu.
                Kim bilir, nerede kiminle eğleniyordu.
                Benim kaybolan benliğimin yerini kiminle dolduruyordu bilmiyordum.
                Ne yapabilirdim?
                Belki çok şey, belki de hiç bir şey...
                Artık ne yapsam beni sevmeyecekti.
                Hatta kıskançlığın etkisi altında evini basmak, gideceği yerlerde onu arayıp bulmak ve kötü söz kullanmak, kaba davranmak istesem de bu kendimi daha da kötü duruma düşürmekten öteye gitmeyecekti üstelik beni bir daha görmek istemeyecek hatta kurtulduğuna ve doğru karar vermiş olduğunu düşünecekti.
                Hiç bir şey yapmadım o gece, hatta bir kaç gün...
                Aklım ve mantığım bir işe yaramaz haldeydi.
                Sanki gerçekle yalanlar bir film sahnesinden kesitlerdi, dünyam kararmış gibiydi. Gökyüzünün neresine baksam hiç bir yıldız kaybolmuyor, düşmüyor, benim hüzünlerim onların umurunda olmuyordu. Hayat, her şeyi sırasıyla yapıyordu. Bir fidanın olgunlaşması, meyve vermesi sonrada gövdesinin çürümesi gibi. Gölgesinde kimler oturmuş, meyvesinden kimler yemiş, kimler dallarını kırmış pek önemi kalmıyordu.
                Evde tek başına oturup birkaç gün onun kitaplarını okudum, filmlerini izledim, sevdiği dizilere baktım...
                Özellikle onun hayranı olduğu kahramanlara dikkat ettim, sohbet sırasında söylediği sözlerini hatırladım ve sonunda neden gittiğini buldum...
                Birçok eksiğim vardı bu aşk hayatımızda, oysa tek hayatımız vardı hepimizin ve bu tekrarsız bir filmdi.
                Ya bana fazlaydı sevdiğim kadın, 
                Ya da ben eksiktim...
                Çünkü onun sevdiği kahramanlara hiç benzemiyordum!