AKP’NİN SORUNU NEDİR?

Demokrasi diye yola çıkan bir partinin giderek otoriterleşmesi, yasaklara son vermeyi hedeflediğini ilan ederken yasakçı hâle gelmesi, yolsuzlukla mücadele ettiğini iddia edip daha büyüğüne imza atması, bir şiirden dolayı hapse atılan genel başkanının ise artık ifade özgürlüğüne dahi tahammülünün kalmaması, komşularla sıfır sorun politikasını savunup devamlı kavga etmesi, tahammülsüz ve kibirli bir portre çizmesi ve ülkede daima spekülatif tartışma konuları yaratıp, her şeyin arkasında komplo teorileri araması vs. vs...

Sorun AKP’de parti içi demokrasinin olmamasıdır. Bu durum parti içinde otokontrolün olmaması anlamına da gelir. Gelinen noktada durum odur ki ‘Takke düştü, kel göründü’. Yapılması gereken ilk şey tüm medeni toplumlarda olduğu gibi işin gereğini yapmaktır. Yani istifadan sonra, dokunulmazlıkları kaldırmak ve sonunda “aheste, aheste hesap vermek”tir. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun da dediği gibi “Hesap vermek de bir iktidar için onurdur”. Özür dilemek ve hesap vermek hükümetleri küçültmez, tersine yüceltir.

17 Aralık tarihli operasyonlar ve basına yansıyan görüntüler, AKP hükümetinin ne denli yolsuzluk batağına saplandığının “kral çıplak” türünden ifadesidir. Bu malumun ilanı ve buzdağının sadece görünen kısmıdır. Ama bir o kadar ilginç olan “bir cemaatin hükümete operasyon” yapabilmesi ve ona “haddini bil” diyebilmesidir. Bence bu da en az yapılan yolsuzluk kadar ilginç ve üzerinde düşünülmesi gereken bir olaydır.


CEMAAT’E GELİNCE

Son yıllarda tıpkı AKP iktidarı gibi rotadan çıkarak kendi tabirleriyle “zafer sarhoşluğuna” kapılmıştır. Başlangıçta namazında, niyazında olan, daha çok öğrenci yurdu ve eğitimle uğraşan, kimilerince sempatiyle bakılan müminler gurubu günümüzde milyar dolarlık ekonomik kaynaklara kavuşarak hükümetlere “hadlerini bildirme” noktasına gelmiş bulunmaktadır. Kısacası holdingleşmiştir. Esas mesele artık Cemaat’in genel geçerli kural olan “stratejik savunma” pozisyonundan çıkarak, “stratejik denge” noktasına ulaştığı gerçeğidir. Güç çatışmalarının en son aşaması ise zorunlu olarak “stratejik saldırı” aşamasıdır. Aslında Cemaat’in nihai hedefi orasıdır. Eskiden her taşın altında derin devleti arayanlar, yerine Gülen Cemaati’ni koymuş durumdalar!

Hâl böyle olunca “Bu cemaat kavramı” kesinlikle fazladan izahlara muhtaçtır. Çünkü Gülen Cemaati’ni ne “Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin Nur Cemaati’nden”, ne soğuk savaş döneminde SSCB’ye karşı oluşturulan “Yeşil Kuşak” projesinden ne de Türkiye’de son 50 yıldır açık-gizli devlet desteklerinden soyutlayarak ele alabiliriz. Gülen Cemaati’ni tartışırken ABD- Ortadoğu- İran ve İsrail ile olan ilişkilerin yanı sıra, devam eden KCK ve Çözüm Süreci ile menfaat çatışmalarını da tartışmaya dâhil etmemiz gerekir.

Başlangıçta kendi hâlinde onlarca Risale-i Nur talebesinden biri iken Fethullah Gülen Hoca’nın ABD’de ikamet ettiği hâlde bu denli güçlenerek Türkiye gündemini belirleyebilen bir otorite hâline gelmesi düşündürücüdür. Oysa referans aldığı ÜstatBediüzzaman Said Nursi’nin 80 yıllık hayatının büyük çoğunluğu mahkemelerde, hapishanelerde ve sürgünlerde geçmiş, buna rağmen o kendi ülkesini terk etmemişti. Öyle ki kendisine yapılan “gelin ülkemizde ikamet edin” şeklindeki teklifleri reddederek sadece sevenlerinin değil, aynı zamanda sevmeyenlerinin de güzünde “o yönüyle” saygın bir kişilik hâline gelmiştir. Kaldı ki “siyasete bulaşmayın” şeklinde cemaatine yaptığı bir vasiyetinin de olduğu bilinmektedir.

Kamuoyunun merak ettiği birçok konu var. Şöyle sıralamak gerekirse 1) Dinî bir cemaat liderinin ABD’de ne işi olabilir? 2) Eğer hükümet ile Cemaat, dershanelerin kapatılması konusunda anlaşabilseler bu yolsuzluklar ortaya çıkmayacak mıydı? 3) Cemaat’in istihbaratı Başbakan’ın emrinde olan MİT’ten daha mı güçlüdür? 4) Acaba Cemaat ülkede bir askerî darbe planlasa, hükümet onu da haber almayacak mıydı? 5) Çözüm Süreci’ne karşı olduğu iddia edilen Cemaat’in bundaki amacı nedir? Bu tür soruları daha da çoğaltmak mümkündür.

Öte yandan hükümet “suçüstü yakalanmışların psikolojisi ile” elindeki yetkileri yolsuzluk iddialarını “ortaya çıkarmamak” için kullanmakta ve giderek bataklığa saplanmaktadır. Her yılın 23 Nisan günlerinde çocuklara teslim edilen sembolik koltukları saymazsak; ülke tarihinde böyle garip bir yönetime hiç şahit olmamıştık. Neredeyse iş “soruşturmayı yürüten her polis ve savcı için ayrı yönetmelik çıkaracak” noktaya kadar varmış durumdadır.

Göründüğü kadarıyla Gülen Cemaati hükümete “bize dokunamazsınız, bu size küçük bir uyarımızdır. Yoksa.. sizi mahvederiz!” demektedir. Ama bu çelişki bile yolsuzlukları ortaya çıkarma sürecine yardım edebiliyorsa kesinlikle hayırlıdır.