Son yıllarda “basın özgürlüğü var” söylemi neredeyse bir ezbere dönüştü.
Oysa sahadaki gerçekler, bu söylemin sadece kâğıt üzerinde kaldığını açıkça gösteriyor.
Bir gazeteci, kalemini hakikatin peşine sürdüğünde ve bir makam sahibinin hoşuna gitmeyen bir satır yazdığında ya susturuluyor ya da adliye koridorlarında kendini savunmak zorunda bırakılıyor.
Bakın, burada çok hafif söylüyorum; inanın polis eşliğinde alınmalar, 96 saati bulan gözaltı süreleri yaşanıyor. Sanki toplumsal bir suç işlenmiş gibi.
Bir bürokrat bir ziyaret sırasında şöyle demişti:
“Ne var canım, özgür olmadığınızı söylüyorsunuz ama sizi kuyulara mı atıyoruz?”
O an gülmüştüm. Şimdi yazarken yine gülüyorum ama bu defa acı bir tebessümle.
Evet, kuyuya değil belki ama eleştirel yazı yazdığımızda zindana atılıyoruz.
Hiç kimse, “Gazeteci istediğini sorgusuz sualsiz yazabilir” demiyor. Asla böyle bir savunmamız olamaz. Basın özgürlüğü sınırsız değildir; kişilik hakları, özel hayatın gizliliği ve yalan habere karşı çizilmiş sınırları vardır.
Ancak unutmamak gerekir ki bu sınırlar, toplumun çıkarını gözeten eleştiriyi susturmak için değil, adaleti korumak için konulmuştur.
Ne yazık ki bugün bu ilke tersine çevrilmiş durumda.
Eleştirilen kişi bir makam sahibi olduğunda, eleştiren ise bağımsız bir gazeteciyse, terazinin dengesi hemen bozuluyor.
“Karşıt görüş” taşıyan, kamu yararı için konuşan ya da yazan gazeteciler, ifade özgürlüğü hakkını kullandıkları için hedef haline geliyor. Tehdit ediliyor, mallarına canlarına zarar geliyor.
KÂĞIT ÜSTÜNDE HÜR, GERÇEKTE BASKI ALTINDA
Anayasa’nın 26. ve 28. maddeleri açık:
- Madde 26: Herkes düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla açıklama ve yayma hakkına sahiptir.
- Madde 28: Basın hürdür; sansür edilemez. Devlet, basın ve haber alma özgürlüğünü sağlayacak tedbirleri alır.
Bu maddeler kâğıt üstünde var oldukça, sahada özgürlük değil korku hâkim oluyor.
Bir haberin ardından açılan soruşturmalar, sosyal medya paylaşımları nedeniyle verilen cezalar, mesleğin doğasına değil, cesaretine ket vuruyor.
Basın özgürlüğü sadece yasayla değil, uygulamayla korunur.
Ve bugün bu uygulama, adalet terazisinde yerini bulamıyor.
BASIN İLAN KURUMU’NUN GÖLGESİNDEKİ ADALETSİZLİK
Bir diğer sorun ise sistemin içinden geliyor: Basın İlan Kurumu’nun keyfi uygulamaları.
Resmî ilan ve reklam dağıtımı, bir destek mekanizması olmaktan çıkıp bir baskı aracına dönüşmüş durumda.
Kimi gazeteler “fazla eleştirel” bulunduğu için ilan kesme cezalarıyla susturuluyor, kimileri ise “uyumlu” olduğu için ödüllendiriliyor.
Bu tablo yalnızca ekonomik eşitsizlik yaratmakla kalmıyor; basının tarafsızlığına ve kamu yararına hizmet etme görevine doğrudan zarar veriyor.
Oysa BİK’in kuruluş amacı; basını korumak, çeşitliliği teşvik etmek ve toplumun farklı seslerinin yaşamasını sağlamaktı.
Bugün geldiğimiz noktada bu kurum, “adalet” dağıtmak yerine “uyum” dayatıyor.
Gazeteciye ekonomik ambargo uygulayarak susturmak, sansürün en yumuşak ama en etkili halidir.
HİÇBİR KRİZ BİZİ ‘TEĞET’ GEÇMİYOR…
Pandemi olur, ilk etkilenen yine basın olur.
Kamu tasarrufu yapılır, faturası yine basına kesilir.
Oysa basın bir lüks değil; demokrasinin temel taşıdır.
Ekonomik krizlerde, ilan kesintilerinde ya da bütçe daralmalarında ilk gözden çıkarılan sektör hep biz oluruz.
Ama bir ülke için gerçek tasarruf, halkın doğru bilgiden mahrum kalmamasıdır.
Çünkü basının sustuğu yerde, toplumun sesi de kısılır.
BİZE GÜN DEĞİL, ÖZGÜRLÜK VERİN!
Bugün 21 Ekim.
Dünya Gazeteciler Günüymüş.
Açıkçası çok da bilinen, kutlanan bir gün değil.
Zaten biz, bize bir “gün” verilmesini değil; adaletin, hukukun ve eşitliğin verilmesini istiyoruz.
Çünkü biz artık “Günümüz kutlu olsun” diyemiyoruz.
Biz “Hak, hukuk, adalet istiyoruz” diyoruz.
Kalemimizi susturmaya çalışanlara rağmen, gerçeklerin üzerini örten perdeyi aralamaya devam ediyoruz.
Gazetecilik bir meslekten öte, bir sorumluluktur; halkın haber alma hakkını savunma görevidir.
Bu görevi yerine getirirken cezalandırılan, dışlanan, ilanı kesilen, susturulan her gazeteciyle birlikte toplum da biraz daha sessizleşiyor.
Biz gazeteciler 21 Ekim’de ne çiçek ne plaket bekliyoruz.
Yalnızca adil bir hukuk düzeni, eşit bir medya ortamı ve özgür bir kalem istiyoruz.
Çünkü gazetecilik suç değildir;
gerçeği söylemenin bedeli olmamalıdır.