Ülke büyük bir satranç tahtasına dönmüş. Filler karşılıklı tepiniyor, güçlerini sınarken, çimenler biz halk eziliyor, yok ediliyor. Her hamlede biraz daha geriye düşüyor, biraz daha yıpranıyoruz.

Bazen insan içinden, “Ben ne halet-i ruhiyesiyle buradayım?” diye kendi kendine soruyor… Çünkü bu ülkenin gündeminde yaşanan her felaketin içinde ben, mesleki olarak yer aldım. Ama “ülkenin haber olan insanları gibi” olamadım isteyerek değil, vicdanım buna müsaade etmedi. Bu yaşananları görmek beni duygudan, bilgiden bağımsız bırakamadı. Hissizleşmek istemedim. Sadece susmak, görmezden gelmek istemezdim.

Mesleki hayatım boyunca ülkemizin gündeminde yaşanan trajedilerin tam içinde oldum. “Ülkenin haber olan insanları” gibi olamadım; olmak da istemedim. Çünkü bunca acı ve haksızlık yaşanırken hissiz, duygusuz ve bilgisiz kalmak mümkün değildi. Ama ne yazık ki, bu gerçekleri görmek de kolay değil.

Ekonomik kriz hayatımızın her alanına nüfuz etmiş durumda. Market raflarındaki fiyatlar, ev kiraları, faturalar... İnsanlar, geçinmek için kredi kartlarına, bankalara yükleniyor. Fakat bu yükü taşıyamayanların sayısı giderek artıyor. Marmaray’da sadece bir gün içinde yaşanan iki intihar girişimi, bu gerçeğin en acı örneklerinden.

Adalet ise kâğıt üstünde var; pratikte ise eksik ve dengesiz. Henüz suçu ispatlanmamış insanlar aylarca, yıllarca tutuklu kalıyor. Masumiyet karinesi yasalarda yazılı ama yaşamdaki karşılığı zayıf. Filler tepişirken çimenler eziliyor, bizler eziliyoruz.

‘Liyakat’ sadece literatürde bir kelime olarak kalmış durumda. Gün yüzüne çıkan her olayda durumun vahameti daha çok anlaşılıyor. Bir belediye başkanının diplomasının iptal edilmesiyle başlayan süreçte bu skandallar bir bir ortaya çıkıyor. Aslında halı yıkamacılığı yapan birinin psikolog olduğu sistem ülkem adına kaygılarımı kabuslara çeviriyor.

Toplum vicdanını derinden sarsan olaylar ise bitmek bilmiyor. Geçtiğimiz ay yaşanan Bolu Kartalkaya otel yangınında 78 can yitirildi. Yangınla ilgili gözaltına alınanlar arasında, mahkeme süreci sonunda serbest kalanlar oldu. Caydırıcılığın ne denli zayıf olduğu aşikâr. Çorlu tren kazasında onlarca canımızı kaybettik, ama sorumluluk üstlenen veya hesap veren olmadı. 6 Şubat depremi hâlâ taze bir yara olarak duruyor.

Ve en ağır yaralar kadına ve çocuğa dair. Henüz 6 yaşında evlendirilen çocuklar, artan kadın cinayetleri, küçücük hayatların kararması. Kadının sadece “çocuk doğurması” gerektiği, onun bile nasıl doğması gerektiğinin tartışıldığı bir ülke haline geldik. Hukuk, adalet ve demokrasi ise sadece hayal gibi konuşuluyor.

Tüm bu yaşananlara mesleki olarak şahit oldum, çoğunu bizzat gördüm. Daha fazla örnek vermek istemiyorum; çünkü bu gidişatın sonunun çok kötü olacağını düşünüyorum. Halk olarak buna ne kadar dayanabiliriz, bilmiyorum.

Son olarak sormak istiyorum:
Biz ne hale geldik?
Buradan nasıl çıkacağız?