Yıllar içerisinde duyduğum onlarca olaydan iki tanesini anlatarak başlamak istiyorum.

İlk olay Hollanda’dan. Hacca giden Türk kafilesinin yaşadıkları.

Malumunuzdur şeytan taşlama zamanı sık sık ezilmeler, yaralanmalar yaşanır ve o kaos  içerisinde bazen insanlar zarar görür, vefat eder. Yine bir şeytan taşlama merasimi sırasında geçtiğimiz yıllarda büyük bir izdiham olmuş ve çok sayıda insan vefat etmişti. Bu konuyu bana  anlatan Hollanda vatandaşı Türk arkadaşım aynen şu şekilde anlattı: Sabah erkenden uyandım, telefonum çaldı. Arayan Hollanda Konsolosluğundan bir görevli: Şu kafilenin sorumlusu siz misiniz ? Evet. benim ! Dünkü izdihamdan haberiniz var mı? Hayır, yok! Dünkü izdihamda sizin kafilenizden iki kişi vefat etti. Öncelikle bunu bildirmek ve baş sağlığı dilemek isterim. Tabi ben şoke! Kendimi toparladım ve sordum: Birincisi sizin bu izdihamdan nasıl haberiniz oldu ? İkincisi vefat edenlerimizin bedenleri nerede? Ben şimdi ne yapacağım?

 Cevap : ‘’Bu tarz durumlardan önce bizim haberimiz olur çünkü vatandaşlarımız olan Müslümanlar için her yıl özellikle hac döneminde ek istihbarat ve koordinasyon önlemleri alırız. Emniyet güçleri ile çok sıkı çalışırız eğer bir sıkıntı olursa hemen aksiyon alırız. Bunun dışında çıkan sıkıntılardan sonra vefat edenimiz var mı diye her sabah Türk vatandaşları için ülkedeki bütün morgları tek tek gezeriz. Sizin kafilenizdeki insanların cansız bedenlerine de bu şekilde ulaştık. Merak etmeyin, Hollanda devleti olarak şu dakikadan sonra ilgili vefat edenlerin ülkemize ulaştırılması için tüm organizasyonu biz sağlıyoruz, size sadece haber veriyoruz. Vatandaşlarımız gömülene kadar tüm süreç kontrol altında olacak. Arkadaşımın son cümlesini şu şekildeydi : Ben bir Türk’üm, soyumla gurur duyuyorum. Türk olmaktan çok mutluyum ama ‘Hollanda vatandaşı’ olmak bir ayrıcalık.

     İkinci  bir olay daha anlatmak istiyorum. İngiliz vatandaşı bir arkadaşım anlatıyor:  Yaklaşık on yıl önce kız arkadaşıyla birlikte İran’a gidiyor ve bir suça karışıyor. Burada polis apar topar hücreye atıyor. Türk vatandaşı olduğunu, konsolosluktan görevli istediğini söylüyor. Ciddiye bile almıyorlar. İki gün görevinin gelmesini bekliyor ve görevli geldiği zaman yapacak bir şey yok, mahkemeye çıkacaksın durumla alakalı otoritelerden biz bilgi alırız, diyor ve çekip gidiyor. İngiltere vatandaşı olan kız arkadaşına bir şekilde ulaştığı zaman ‘’Sen bir şey yapabilir misin, zor durumdayım; kimseye derdimi anlatamıyorum’ diyor. Arkadaşı İngiltere Konsolosluğunu arıyor, yardım istiyor ve Konsolosluğun tek sorduğu soru:’’ Hapse düşen kişi neyiniz oluyor?’’ İngiliz vatandaşının ‘’İlgili kişi benim nişanlımdır, benim himayemdedir.’’ demesi Konsolosluğun aksiyon alması için yetiyor. Konsolosluğun avukatları bir saat içerisinde evrakları düzenleyip, teminat verip Türk vatandaşı kişiyi hapisten çıkarıyor; davasını takip ediyor. Gerekli savunmaları yapıp, beraatını alıp İngiltere’ye dönmesini sağlıyor. Bahsettiğim arkadaşım şu an İngiltere vatandaşı oldu, Türk olmakla gurur duyuyorum ama İngiltere pasaportunu tercih ederim, diyor.

  Şimdi çok orijinal bir şey anlatmadığımın farkındayım, hatta zaman içerisinde Avrupa’daki ya da gelişmiş ülkelerdeki ya da insan haklarının insanlık değerinin yüksek olduğu ülkelerdeki tanıdık Eş dostlarınızdan bu tür olayları zaten siz de duymuşsunuzdur.

   Benim dokunmak istediğim nokta; biz Türk pasaportu taşıdığımız için, Türk vatandaşı olduğumuz için mutlu muyuz, gururlu muyuz, güvende hissediyor muyuz, güçlü hissediyor muyuz?

Benim şahsi cevabım üzülerek söylüyorum ki hayır.

Parasını verip herkesin alabildiği bir devletin pasaportu güçlü olamaz. Malumunuz 250.000 $’a kendine Türkiye’den toprak ya da gayrimenkul alan herkes Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olabiliyor. Hatta bu parayı yatırmadan üç yıl içerisinde gayrimenkul alacağım diyen herkese hemen oturum veriyoruz, gel ülkemizde yaşa, sana serbest diyoruz. Sınır kapıları Mevlana gibi gelen herkese açık olan bizim ayarımızda başka bir ülke var mı? ‘Açık kapı politikası’ ve niye açık? Hudutlarımız kevgire döndü.

Öyle bir ülkenin pasaportu itibar görür mü, sizi güçlü hissettirir mi, sizi ayrıcalıklı hissettirir mi?

Ülkemizin yetiştirdiği gençliğimizin %95’i bugün imkânım olsa gider Avrupa yerleşirim, diyor. Ülkemi seviyorum, insanları mı seviyorum ama bu ülkede yaşamanın bir esprisi yok, diyorlar.

Doktorlar bu ülkede çalışmak istemiyor, Pilotlar bu ülkede çalışmak istemiyor, iş adamları yatırımlarını başka ülkelere kaydırma çabası içerisinde.

Kısacası Türk vatandaşlığının dünyada karşılığı ve itibarı çok düşük, olan itibarımızda günbegün eriyor.

Bunu elbette değiştirebiliriz! Ama kendimize şu soruyu soralım: Değiştirmek istiyor muyuz?