Yıl 2025.
Bir ülkede sokakta 20 kişi yan yana yürüyemez hâle gelmişse, sadece 1 Mayıs’ı değil, nefes almayı da sorgulamak gerekir.
1 Mayıs, Türkiye’de resmî olarak "Emek ve Dayanışma Günü". Ama biz bu günü yıllardır yasaklarla, bariyerlerle, TOMA’larla, gözaltılarla anıyoruz. Şehirler günler öncesinden abluka altına alınıyor, insanlar sabah saatlerinde ev baskınlarıyla gözaltına alınıyor. Bu yıl da değişmedi. 2025’in 1 Mayıs sabahında İstanbul’un neredeyse tüm meydanları polis bariyerleriyle örülmüştü. Taksim'e çıkmak isteyen emekçilere, öğrencilere, gazetecilere yine müdahale edildi. Gözaltı sayıları açıklandı, ama taleplerin ne olduğu yine konuşulmadı.
Oysa biz çok iyi biliyoruz ki mesele sadece güvenlik değil. Mesele görünürlük. Çünkü 1 Mayıs, görünmeyenin görünür olduğu tek gün belki de. Emekçinin, işsizin, atanamayan öğretmenin, güvencesiz çalışan gençlerin sesi o gün duyulur. Ve bu ses rahatsız eder.
Peki neden artık hiçbir alanda 15-20 kişilik gruplar hâlinde bile yürümek imkânsız hâle geldi?
Bu sorunun cevabını, polis kordonuyla çevrilmiş Bozdoğan Kemeri’nin gölgesinde, pankart açtığı için gözaltına alınan üniversite öğrencisinde, sessizce karanfil bırakmak isteyen bir emekli öğretmende görebiliriz. Geçtiğimiz yıllarda küçük gruplar hâlinde dahi sokağa çıkmanın "suç" gibi muamele gördüğünü defalarca deneyimledik.
Bu yıl da, Beyoğlu’nda yalnızca 10 kişilik bir sağlık emekçisi grubu, 1 Mayıs taleplerini dile getirmek isterken ters kelepçeyle gözaltına alındı. Aynı gün Kadıköy'de yürümek isteyen birkaç işçi yerlerde sürüklendi. Korkulan şey, bu insanların şiddeti değil. Taleplerinin adaleti.
Ama biz unutmuyoruz. Mesela 2010 yılını.
Hatırlayanlar bilir: O yıl, dönemin hükümeti Taksim Meydanı’nı 1 Mayıs’a açtı. Çünkü Türkiye'de 12 Eylül 2010'da anayasada bir dizi değişiklik için anayasa referandumu vardı. Yıllarca süren yasaklardan sonra referandum sayesinde işçiler yıllar sonra ilk kez 2010 yılında barış içinde meydana çıkabildi. On binlerce kişi Taksim’de toplanmış, meydan bayram yerine dönmüştü. O gün tek bir cam kırılmamış, tek bir gözaltı yaşanmamıştı. Çünkü özgürlük, güvenliğin düşmanı değildir. Aksine, özgürlük varsa huzur da vardır. Gözaltı olmamıştı çünkü yürümek serbestti..
Oysa şimdi aynı meydan yine yasaklı. 2010’da açılan meydan, 2013’ten sonra tekrar kapatıldı. Bu, sadece fiziksel bir kapanma değil; bir anlayışın da çöküşüdür.
1 Mayıs artık sadece işçilerin bayramı değil. Aynı zamanda bir hatırlama günü.
Bir hafıza direnişi.
Çünkü Taksim sadece beton değil, orası 1977’de hayatını kaybeden 34 insanın anısı. O anıya karanfil bırakmak isteyen her insanın önü çevik kuvvetle kesiliyorsa, bu ülkede bir şeyler gerçekten yanlış demektir.
Biz bugün bir kez daha sokağa çıkmak istiyoruz. Yalnızca "daha iyi bir yaşam" için, yalnızca "eşit işe eşit ücret" için, yalnızca “ölmeden çalışmak” için. Ve bu haklarımızı kullanırken karşımızda devletin sert yüzünü değil, anlayan, duyan, tanıyan bir iradeyi görmek istiyoruz.
Çünkü bu ülke bizim.
Ve bu meydan da.