Hayatın akışı çoğu zaman bize düşündüğümüzden daha ağır gelir.
Bazen gerçekten, “Bu kadar mücadele niye?” diye sormadan edemeyiz.
Çünkü insan olarak var gücümüzle çabalar, emek verir, ter dökeriz ama sonuç çoğu zaman istediğimiz gibi olmaz. Tam tersine, hiçbir çaba sarf etmeden, hiçbir mücadele vermeden birtakım imkânlara kavuşan insanlara şahit oluruz. Bu noktada hayatın adil olup olmadığını sorgulamamız çok doğaldır.

Kimi insanlar vardır; doğdukları aile, sahip oldukları çevre, ekonomik koşullar ya da doğal yetenekleri sayesinde hayata birkaç adım önde başlar.
Örneğin bir çocuk düşünün; iyi bir eğitim sistemine sahip bir ülkede, imkânları geniş bir ailede dünyaya geliyor. Daha küçük yaşta kaliteli okullarda eğitim alıyor, farklı ülkeleri görüyor, geniş bir sosyal çevreye sahip oluyor. Bu çocuğun hayata bakışı, ufku ve geleceğe dair imkânları, hiç şüphesiz daha kısıtlı şartlarda büyüyen bir çocuğun şansından çok farklıdır.

Ama işte burada ince bir nokta var.

Biz dışarıdan bakınca bu tabloya “şans” diyebiliriz, fakat her şeyin fazlası zarar olduğu gibi şansın fazlası da insana kötülük edebilir.

Çünkü her istediğini kolayca elde eden bir çocuk, mücadele etmenin değerini öğrenemez. Zorlukla tanışmadığı için hayatın kıymetini bilmez, küçük şeylerden mutlu olmayı beceremez. Bu yüzden bazen şans, göründüğü gibi gerçek bir kazanç değil; insanın karakterini törpüleyen, onu şımarıklığa ve doyumsuzluğa iten bir yük de olabilir.

Dolayısıyla şansın ne zaman bir nimet, ne zaman bir imtihan olduğunu kestirmek kolay değildir. Bazen mücadele edenin yolu daha zordur ama onun kazandıkları, hayata bakışı ve olgunluğu, doğuştan şanslı olanın sahip olduklarından çok daha değerlidir.

Diğer yanda, yaşamı boyunca sürekli mücadele edenler vardır. Çalışır, çabalar, eksiklerini kapatmaya uğraşır ama yoluna çıkan engeller bitmek bilmez. Üniversite kazanır, maddi imkânsızlıklarla boğuşur; iş bulur, torpil ve eşitsizlikle karşılaşır; aile kurar, geçim derdine yenik düşer. Bu insanlar için hayat sadece emekle, mücadeleyle ve sabırla geçer. Onlar da haklı olarak sorar: “Bunca mücadelenin karşılığı bir gün şans olarak dönmeyecek mi?”

Hayatın matematiği tam olarak adil işlemiyor belki, ama şunu unutmamak lazım: Şans yalnızca doğuştan gelen bir ayrıcalık değildir. Bazen mücadele edenin kapısını da çalar. Tarihten ve gündelik hayattan bunun örneklerini sık sık görürüz. Örneğin J.K. Rowling’i düşünelim. Harry Potter kitaplarıyla dünyaca ünlü bir yazar oldu ama ilk kitabını yazarken yoksulluk sınırının altında yaşıyordu. Defalarca yayınevlerinden reddedildi. Vazgeçmeyip mücadeleye devam ettiği için bir gün şans kapısını çaldı.

Ya da kendi çevremizdeki küçük örneklere bakalım. İş ararken defalarca olumsuz dönüş alan bir genç, hiç ummadığı bir iş görüşmesinden olumlu haber alır. Bir esnaf, aylarca kepenk kapatmanın eşiğine gelirken, bir gün gelen büyük bir siparişle işini toparlama fırsatı bulur. Bunlar da hayatın sunduğu küçük şans kırıntılarıdır.

Evet, hepimizin her istediği olmayacak. Evet, hayat doğuştan herkese eşit davranmıyor. Ama şansa yer açmak için mücadeleyi bırakmamak gerekiyor. Çünkü mücadele olmadan gelen şans insanı büyütmez, ama mücadeleden sonra gelen şans bir insanın hayatını kökten değiştirebilir.

Sonuçta belki de hayatın anlamı burada gizli: Doğuştan şanslı olmayabiliriz, ama mücadeleye tutunarak şansı hayatımıza davet edebiliriz. Ve şans her insana mutlaka bir gün uğrar; önemli olan o günü karşılayabilecek sabrı ve direnci göstermektir.

O gün geldiğinde hazır olanlar kazanır; mücadele edenler, sabredenler ve direnenler.