YSK’nın Çelişkisi ve Yargının Sınavı
Adaletin terazisi bazen şaşabiliyor, siyaset ise gölgesini her karara düşürüyor. Türkiye’de yargı ve siyaset ilişkisi, çoğu zaman sadece bir karar değil, bir tartışma konusu oluyor. Bugün, CHP ve AK Parti ekseninde yaşanan çelişkiler bu duruma bir örnek.
Türkiye siyasetinin en derin yaralarından biri, alınan kararların hukuki olmaktan çok siyasi görünmesidir. Hatırlayalım: 2017 referandumunda mühürsüz oy pusulaları, Yüksek Seçim Kurulu tarafından geçerli sayıldı. O gün bu karar, milyonlarca seçmenin iradesini tartışmalı hale getirdi ve seçim güvenliği kavramına derin bir gölge düşürdü. İtirazlar yapıldı, hukukçular uyardı, muhalefet partileri tepki gösterdi; ancak sonuç değişmedi. Mahkemeler de bu skandal kararı adeta görmezden geldi.
Bugün ise aynı YSK ve yargı düzeni, CHP İstanbul İl Başkanlığı’na kayyum atanmasına yol açan bir karara imza attı. İstanbul 45. Asliye Hukuk Mahkemesi, 8 Ekim 2023 tarihinde yapılan CHP İstanbul İl Kongresi’ni iptal etti ve karar doğrultusunda “Çağrı Heyeti” adı verilen bir kayyum atandı.
Üstelik gerekçe, parti içindeki bazı iddialar, şikâyetler ve sözde rüşvet söylentileriydi. Bu çelişkiyi gören İYİ Parti, harekete geçti: “Madem CHP’deki iddiaları gerekçe sayıyorsunuz, o halde milyonlarca vatandaşın iradesini tartışmalı hale getiren mühürsüz oy pusulaları kararını da aynı ölçüde sorgulamak gerekir” diyerek hukuk yoluna başvurdu. Yani İYİ Parti, CHP’ye yönelik kayyum kararını emsal alarak, mühürsüz oy pusulalarının hukuken iptal edilmesi gerektiğini savundu.
Ve bugün ( 11 Eylül ) itibariyle yargıdan kritik bir adım geldi. Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi, İstanbul 45. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kayyum atama ve kongre iptali kararını esastan reddederek bozdu. Böylece kayyum süreci sona erdi.
Şimdi gözler yeniden mahkemelerde: Yargı, gerçekten kendi koyduğu bu emsal kararların arkasında duracak mı, yoksa siyasi gölgelerin altında yeni bir çelişki daha mı üretecek?
AK Parti’nin Geçmişi, Bugünkü Çelişkisi ve Dayanışma Beklentisi
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin siyasi tarihine bakıldığında, partinin kapatma tehdidiyle ve hukukun siyaseti sınırlayan yollarıyla sık sık yüzleştiği görülür. Özellikle 2008 yılında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın “AK Parti laikliğe aykırı fiillerin odağı haline gelmiştir” iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne sunduğu iddianame, bu zihniyetin bir tezahürüdür. Parti temelli kapatma talebi reddedildi; ancak hazine yardımının yarı yarıya kesilmesine karar verildi ve partinin siyasi yasaklılarla yüzleşmesi istendi.
AK Parti, ayrıca 28 Şubat sürecini, Refah Partisi ve Fazilet Partisi kapatma davalarını bizzat yaşamış bir siyasi gelenekten geliyor. O dönemde muhafazakar ve İslamcı kesimler hem ideolojik hem de kurumsal baskı altında bırakıldı; partinin faaliyetleri kısıtlandı, yöneticiler cezalandırıldı. Bu tarihsel hafıza, AK Parti’nin “siyasete müdahale eden yargı süreçlerine” karşı söylemlerinin temel dayanağını oluşturuyor.
15 Temmuz darbe girişimi sonrasında da AK Parti sıkça “demokratik iradenin gasp edilmesine” karşı olduğunu vurguladı; ordu, bürokrasi ve diğer devlet unsurlarının vesayetçi karakterine dikkat çekti. Darbe teşebbüsü karşısında CHP dahil muhalefet partileriyle güçlü bir söylem birlikteliği gözlendi. TBMM özel oturumlarında AK Parti ve CHP vekilleri aynı çatı altında darbe karşıtlığını dile getirdi. Bu birliktelik, “milletin iradesi” ve “hukukun üstünlüğü” vurgusuyla doluydu.
Tüm bu geçmiş, AK Parti’ye şu soruyu sorma hakkını veriyor: Eğer bu değerlerde samimiyseniz, CHP İstanbul İl Başkanlığı’na kayyum atanması, parti içi kongre kararlarının iptali, İl binasına kolluk müdahalesi gibi yargı ve kolluk güçleri üzerinden yapılan siyasi düzenlemelere de itiraz etmelisiniz. Bugün bu konulara sessiz kalmak, geçmişte savunduğunuz hukuk-devlet ilkeleriyle bağdaşmıyor. CHP’nin yanındaki en büyük güç ve dayanak Ak Parti olmalı. Bugün yapılan herşey Ak Parti’nin var olma, gelişme ve hükmetme motivasyonu ile oldukça çelişiyor.
CHP ve Enginyurt: Tutarsızlık Üçgeni
Geçmişteki eylemleri: Enginyurt, MHP’de muhalefeti dizayn eden yargı süreçlerinde aktif rol aldı.
Parti söylemleriyle çelişki: CHP, geçmişte benzer yargı müdahalelerini “sivil darbe” olarak eleştiriyordu.
Bugünkü konumu: Şimdi CHP, Enginyurt’u sahiplendi ve onun demokrasi savunuculuğuna soyundu.
CHP’nin son dönemdeki en büyük çelişkilerinden biri, Ordu Milletvekili Cemal Enginyurt’u partilerine kabul etmesiydi. Oysa Enginyurt, yakın geçmişte yargı sopasıyla muhalefeti dizayn etme operasyonlarının sembol ismi olarak biliniyordu.
Hatırlayalım: MHP’de delege, olağanüstü kongre ile Devlet Bahçeli’yi genel başkanlık koltuğundan indirmek için yeterli imza ve güce ulaştığında, Gemerek Asliye Hukuk Mahkemesi’nin Mayıs 2016 tarihli ihtiyati tedbir kararı ile kurultay girişimleri durdurulmuştu. Ardından Enginyurt’un açtığı dava sonucunda Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi, 19 Haziran 2016’da yapılan olağanüstü kurultayı iptal etti. Bu hamle sonrasında MHP yönetimi AK Parti’ye yakınlaştı.
O günlerde “Ülkücüye itibar, ülkücü ile iktidar” sloganları atan Ümit Özdağ, Meral Akşener, Müsavat Dervişoğlu, Yusuf Halaçoğlu, Koray Aydın gibi isimler partiden ayrılmak zorunda kalıp İYİ Parti’yi kurdu. MHP ise AK Parti ile sarsılmaz bir ittifak kurarak iktidar ortağı haline geldi.
CHP ise yıllarca MHP’yi bu tutumu nedeniyle eleştirdi. Ancak bugün aynı CHP, bu sürecin aktörlerinden biri olan Cemal Enginyurt’u sahiplendi; onu meydanlarda ve televizyon ekranlarında konuşturuyor. Enginyurt şimdi demokrasi havarisi kesilmiş görünüyor. Oysa CHP’nin “sivil darbe” olarak tanımladığı yargı eliyle muhalefeti dizayn etme sürecinin bizzat aktörlerinden biriydi. Tam da bu nedenle CHP’nin samimi olması ve Enginyurt’a karşı net bir duruş sergilemesi beklenirdi. Aksi takdirde, partinin demokrasi ve adalet söylemleri, kendi tercihleriyle çelişen bir görüntüye mahkûm olur. CHP Cemal Enginyurt’u geçmişi ile kabul edip artı 1 sayı olarak görüyorsa tüm kendi değerlerini samimiyetsiz bir biçimde reddediyor demektir. CHP Cemal Enginyurt sembolüyle de yüzleşmeli.
Saygılarımla…