Aşk bazen bir bakıştan anlaşmaktır. Bazen hiç sevmediğin bir yemeği birlikte yemektir. Peki ya benzedikçe büyüyorsak, kaybolmuyor muyuz?

Aşk bazen benzemektir, bazen birlikte değişmektir.
Peki, bir ilişkide kendinden ödün verirken aslında neler kazanırsın?

“Üzüm üzüme baka baka kararırmış.”
Bu atasözü bazen kulağımda çınlıyor. Hatta çınlamaktan öteye geçip içimde bir yere dokunuyor. Çünkü öyle zamanlar oluyor ki, bu söz sadece mecaz değil; yaşanmış, hissedilmiş bir gerçeğe dönüşüyor.
İnsan gerçekten kiminle zaman geçirirse ona benziyor. Huyuyla, diliyle, ses tonuyla… Hatta suskunluklarıyla bile.

Bugün gündemin dışında bir yazı bu. Ne ekonomi var bu satırlarda, ne siyaset, ne de toplumsal meseleler. Bu yazı biraz iç sesle ilgili. Kalple, bakışla, hissedişle… Çünkü bazı şeyler vardır ki yüksek sesle değil, ancak içten içe konuşulur.

Hayatımıza biri girer. Önce tanımaya çalışırız. Sonra fark etmeden dönüşmeye başlarız.
Birlikte geçirilen zaman, içten içe izler bırakır.
Kullandığın kelimeler değişir.
Gülüşlerin benzeşir.
Aynı dizilere gülüp, aynı sessizlikte derinleşirsin.
Birbirinize benzersiniz. Hem de en çok baktığınız yerlerden.

Ama bu sadece bir benzemek değildir.
Bazen bir insanın sadece bir bakışından ne düşündüğünü anlarsın.
Yemek yerken yüz ifadesinden tuz eksik olduğunu fark edersin.
Konuşmadan onun neye nasıl tepki vereceğini bilirsin.
Kavga çıkmadan gerginliği sezer, cümle kurmadan özür dilersin.
Bu, sadece birlikte vakit geçirmekten fazlasıdır.
Bu, bir bütün olmaya giden yoldur.

İlişkinin içine girdikçe, bazen kendinden parçalar eksilir gibi olur.
Sevmediğin bir yemeği yerken bulursun kendini.
Hoşlanmadığın bir ortama “onunla birlikte” girersin.
Katlanmak gibi değil… Sanki onun gözlerinden bakmayı öğrenmek gibi.
Onun dünyasını sevmeye çalışmak gibi.

Ama her uyum çabası beraberinde bir soru da getirir:
Bu hâlimizle mutlu muyuz?
Ben hala kendim miyim?
Yoksa biz olalım derken benliğimden mi eksildim?

Bazı soruların cevabı net değil. Belki de aşkın sihri tam burada gizli.
Kimi zaman benzemekle büyüyoruz. Kimi zaman farklılıkla güzelleşiyoruz.
Ama bir şekilde birlikte dönüşüyoruz.
Aynı dili konuşmayı öğreniyoruz.
Bazen aynı anda susmayı...
Bazen bir bakışla her şeyi anlatmayı...

Ve bu sessiz anlaşmalarda huzur buluyoruz.
Karşımdaki konuşmasa da ben anlıyorum, çünkü artık onun kalbine kulak verebiliyorum.
Belki de aşk, aynı kelimeleri söylemek değil de, aynı duygunun içinde durabilmektir.

“İyice bana benzedi” hissi de geçiyor içimizden bazen.
Bu bir sahiplenme değil, belki de içimizdeki tanıdıklığı büyütme arzusu.
Ama bu arzunun içinde kaybolmamak, biz olurken ben kalabilmek de önemli.
Çünkü sevmenin en zarif hali, değiştirmeye çalışmadan, dönüştürmeyi başarmaktır.

“Üzüm üzüme baka baka kararırmış.”
Bazen bu kararış, birlikte olgunlaşmaktır.
Bazen de sadece aynı gölgede serinlemek.
Ama eğer o kararışın içinde kendimizi kaybetmeden, birbirimize dokunabiliyorsak…
O zaman benzemenin adı sevgidir.
O zaman aynı suskunlukta bile sevinç vardır.

Hayatımıza giren insanlar bazen bizim yansımamız olur.
Bazen biz, onların.
Ve eğer o yansıma içimizi ısıtıyorsa,
aynı dili konuştuğumuz değil, aynı duyguda dinlenebildiğimiz bir yerdeysek...
O zaman her şey biraz daha güzelleşiyor.