Bir anda gökyüzü yarıldı, şimşekler denizi aydınlattı. Her dalga, bir öncekinden daha büyük, daha yıkıcıydı. Denizin ortasında küçücük bir tekne, dev dalgalarla mücadele ediyordu. Her dalga, sanki onu yutmak istiyor, her rüzgâr yelkenlerini paramparça etmeye çalışıyordu. Direksiyonu sıkı sıkı tutmuştum, yüzümdeki kararlılık, fırtınanın öfkesine meydan okur gibiydi.

Fırtına, insana denizin ne kadar güçlü olduğunu hatırlatır. Dalgaların her vuruşunda doğanın kudreti, insanın ise ne kadar güçsüz olduğunu bir kez daha anlatır ama yine de biliyordum, hiçbir fırtına sonsuza kadar sürmez.
Gün gelir, rüzgâr diner, bulutlar dağılır, güneş yeniden denizin üstüne doğar. İnsanın içindeki bitmek tükenmek bilmeyen umut, güverteye dolan suları boşaltır ve o zaman deniz, sanki hiçbir şey olmamış gibi huzura kavuşur.

Bir alzheimer yakını olmak dünyanın en zorlu fırtınaları ve tufanları ile mücadele etmekle eşdeğerdir. Bunu ancak yaşayanlar bilir. Hele bir de Türkiye de karşılaşacağınız zorluklar, yaşayacağınız boranların en güçlüsüdür.
Çünkü yıllardır bu konuda en ufak bir çalışma yapılmadığını, aile bakanlığının hiç bir programının, planının olmadığını, işin içine girince anlarsınız. Bu arada Türkiye’de her 5 kişiden biri alzheimer oluyormuş. Karşılaşma olasılığınız çok yüksek yani.
Devlet hastaneleri bu kadar hızlı ilerleyen hastalığın tedavi süreci için sizi yönlendirmez. Üç aylık periyotlarla sadece randevu verir. İşin uzmanı geriatri mi, nöroloji mi psikiyatri mi diyene kadar hastalık orta evreye ulaşır. Siz bu arada özel hastanelerden destek almak isterseniz de onlar size yazması gereken en hayat kurtarıcı ilaç olan sakinleştirici ilacı bile yazmazlar. Siz oradan oraya koştururken, bir bakmışsınız hastalık ileri evreye ulaşmış.
Hastanızı en yakın yere en kısa sürede yatırmanız için bütün doktorlar sizi zorlar. Bütün hastalara bakılır alzheimera bakılmaz derler. Fakat yutmada bile güçlük çeken hastanızı bırakmak istemezsiniz. Aylarca gece gündüz evden kaçan sizi artık tanımayan, korkuyu kaygıyı yaşayan ve yaşatan yakınınız ile çaresiz baş başa kalırsınız. Hiç bir tedbir almayan aile bakanlığı size kırkta yılda bir uğrar. Utanmadan bir de bir ayda ancak gelebildik derler. Sadece evrak doldurup giderler. Olurda beze ihtiyacınız varsa onun için bile ayrı yerlere tekrar ayrı başvurular yapmanız gerektiğini söylerler. Sizi uyaran doktorlar da evde bıçak, çatal, makas gibi şeyleri saklamanız, gece uyurken kapıları kilitlemeniz için sizi uyarırlar. Oysa siz eve geldiğinizde hastanıza çorba içirip, bebek gibi uyutmaya çalışırsınız.
Kimsenin alzheimer hakkında bilgisi olmadığını ve devlet sisteminin nasıl çöktüğünü görürsünüz. Her şeyden önce bu hastalığa yakalananların ve hasta yakınlarının yalnız olduğunu anlarsınız. Silahlı kuvvetler mensubu, orduya ömrü boyunca emek etmiş babanızı en az bir yıl sıra beklemek kaydı ile bakım sağlayabileceğinizi öğrenirsiniz. Zaman hızla ilerliyor yağmuru çamuru her gün her saniye hem suratınıza hem sırtınıza yemeğe devam ediyorsunuzdur. Bu arada 1895 yılından beri hizmet veren Darülaceze’nin özelleştirildiğini de öğrenirsiniz. Aylık 85 bin lira ile Darülaceze’nin bakım verdiğini biliyor muydunuz? Ayrıca sayfalarca yapılması gereken prosedürü var. Yok engelli raporu, yok vasi yok kurumda yatabilir sağlık raporu, yok İstanbul ‘un lüks semtlerinin birinde bir ev bağışı, yok bağışçı değilseniz her ay 85 bin lira ödeme zorunluluğu fakat güncellenmemiş fiyat diye de ilave ederler. Vay be, Darülaceze de satılmış deyip çıkmak istersiniz. Yok canım size sokakta yaşayanlara, kimsesizlere baktığımız binayı gösterelim derler. Bir gidersiniz hastaların hepsi porselen dişli bakımlı. İçinizden onların sokakta kalan kimsesizler olmadığını, yandaş, tanıdık, hısım akraba olduklarını şıp diye anlarsınız.
Çaresizlikten ne deniyorsa oraya buraya koşturmaya devam edersiniz.
Yine de hastanızla günlerce devlet hastanelerinde heyet raporu çıkarmaya çalışırsınız. Hastanız tekerlekli sandalyede olan bitenden habersiz endişe içinde bekler. Raporu aldığınız ay sizi karakoldan ararlar. Derler ki hastane engelli raporu vermiş, hemen vasi davası açın. Bir yeni şey daha öğrendik bu da lazımmış deyip vasi için başvurursunuz. Tak diye devlet babanızın emekli maaşına el koyar. Geride kalan annenizi düşünmez… Muhtemelen haberi dahi yoktur. Haberi olsa ne olacak emeklisine bakmayan yaşlısına mı bakacak? Vasi davası için de bir yıl sonraya dava günü verir. El elde baş başta kalakalırsınız.
Zihninizdeki fırtınalar devam ederken babanız size farklı bir isimle hitap edip, evladı olduğunuzu artık unutur…
Hafızasının sularında artık kimse yüzmez. O üç, dört yaşlarında bir çocuk olmuştur.

O fırtınanın içinde elinizi tutmayı bırakır. Güverteden düşmesi artık an meselesidir. Onu tutacak, iyi bakacak, güvenle kıyıya ulaştıracak bir limana ihtiyacınız vardır.

İşte tam bu anda o liman karşınıza çıkar.

Bilinçli, donanımlı bir ekiple Florya’da deniz manzaralı ağaçlar içinde bir köşk LİMAN FLORYA. Alzheimer ve demans hastaları için mükemmel bir liman olmuş durumda.

Başta Deniz Vusale Barokas olmak üzere emekle çalışan tüm ekibe sonsuz teşekkürler.