İnsanların hak ve özgürlüklerinin bilincinde olarak ekonomik, sosyal ve siyasal açıdan yaşama katılmaları anlamına gelen demokratik yönetimlerde yerel basının görevleri ve işlevi hakkında birkaç şey aktaracağım.

Demokrasilerde yerel basın önemini iki başlık altında ele almak gerekir.  Bu sorunu temsili veya doğrudan demokrasilerin hakim olduğu ortamlarda yerel basın olmak ile demokrasinin işlemediği koşullarda yerel basın olmak üzere iki başlık atlında ele almak gerekir.  

Demokratik ortamlarda yerel basın, yayımlandığı il, ilçe veya bölgede, oradaki yerel yönetimin hizmetlerini objektif olarak duyurmak, bu hizmetlerin halka ulaşıp ulaşmadığını yaptığı haberlerle denetlemek, halkın yaşadığı ekonomik, sosyal ve kültürel sorunlarını ve ihtiyaçlarını yayın mecrasında gündeme taşıyarak bir anlamda köprü rolü oynar.

Yine yazılı, görsel medya organı aracılığıyla bölgenin geleneklerini, göreneklerini, kültürel değerlerini zaman zaman sayfalarına taşıyarak aslında bir sonraki nesle bu değerleri taşıma rolü de üstlenir. Yerel basının bir görevi de yerel yönetim ile yurttaş ilişkilerini düzenlemektir. Cumhuriyet rejimiyle yönetilen ancak demokrasi kültürünün tam anlamıyla yerleşmediği ülkemizde maalesef yerel basın da gelişmekte olan bir düzeydedir.

Ülkemizde Yunanlıların, Osmanlıya karşı ayaklanmasının ve bu konunun uluslararası basında aleyhte bir güç olarak kullanılması üzerine ilk gazetemiz devlet eliyle 1831 yılında Takvim-i Vakayi adıyla çıkmıştır. ikinci gazetemiz de yine devletin eliyle Ceride-i Havadis olarak 1840 yılında çıkmıştır.

Osmanlı basını 1860 yılından itibaren hareketlenmiş ve devletten bağımsız o dönemin devlet politikalarını eleştiren Tercüman-ı Ahval ile Tasvir-i Efkar gazeteleri yayımlanmıştır.

Neredeyse 200 yıllık bir geçmişi bulunan Türkiye basınının bugün içinde bulunduğu durum gerçekten içler acısı bir hal almıştır. Aslında devletten tamamen bağımsız olarak kurulması gereken ve demokratik bir devlet mekanizması olan yasama, yürütme ve yargının yanında 4. kuvvet olarak tanımlanan basın bugün hükümet yanlısı ve muhalefet yanlısı basın olarak ikiye ayrılmış bulunmaktadır.

 Basın ahlak ilkelerine göre mesleğini yapmaya çalışan çok sayıda basın mensubu bu iki taraf arasında sıkışmışlığın verdiği baskıyla işini bırakmak zorunda kalmıştır. Çalışan gazeteciler ise bu kutuplaştırıcı yayın anlayışı arasında zor koşullar altında mesleğini yapmaktadır. İktidar yanlısı yayın yapan gazeteler iktidarın kendilerine sunduğu her türlü avantajdan yararlanırken muhalefet yanlısı medya da muhalefetin kurumları tarafından desteklenmektedir. Tabi bu basın yayın organları genelde ulusal basın olarak tanımladığımız yayın organlarıdır.

‘Yerel yöneticiler, yerel basını değersizleştirmemeli’

Toplumsal birçok gelişmeye ön ayak olmuş basının bu içler acısı hali maalesef basının itibarını da tartışılır hale getirmiştir. Yerel basın da bu mustarip durumdan nasibini almıştır. Yerel basının hem iktidar hem de muhalefet tarafından gördüğü değersizlik artık tahammül edilemez bir noktaya gelmiştir. Yöneticiler maalesef basın kurumlarını hiç tanımamakta yerel basının kurumsallık düzeyini bilememektedir. Yerel yöneticiler eline makine alıp fotoğraf çeken herkesi yerel basın mensubu olarak görüyor ve mesleğini gerçekten yapmaya çalışan basın mensuplarını ayırt edemiyor.

Bulundukları makama gelmeden önce yerel basın aracılığıyla kendilerini kamuoyuna duyuran yerel yöneticiler seçildikten sonra yerel basın mensupları unutuyor hatta değersiz gördüğünü en can alıcı şekilde hissettiriyor.

Bağımsızlığın ilk kıvılcımı ‘Minber Gazetesi’dir

Yerel basının özgür ve tarafsız yayın yapabilmesi kurumsallığını sürdürecek maddi koşullar yaratılmasıyla mümkündür. Türkiye Cumhuriyeti her vatandaşın şunu bilmesi bizim için önemlidir. Mustafa Kemal Atatürk, Osmanlı’da giden kötü gidişatı halka duyurmak için askerlik yıllarında maaşından biriktirdiği parayla ‘Minber’ adlı bir gazete çıkarmış ve bu gazete aracılığıyla dönemin iktidarının yanlış politikalarını halka ulaştırmaya çalışmıştır. Yani Kurtuluş Savaşı’nın bağımsızlığa ulaşmasının ilk aracı bir gazete olmuştur.

‘Gazeteciyi ulusal ve yerel olarak ayırmak cehalettir’

30 yıldır İstanbul’da yayım yapan basın ilan kurumunun kendisinden beklediği her türlü yasal gerekliliği zor şartlara rağmen yerine getiren ancak ilan pastasından bir nebze de olsa alamayan Kent Yaşam Gazetesi Yazı İşleri Müdürüyüm. Marmara Üniversitesi Gazetecilik bölümünü bitirdikten sonra yirmi yıl boyunca yerel gazetecilik yaptım. Neden mi yerel gazeteciliği tercih ettim? Bu konu bana kalsın. Allah’ın işi işte.. Teknolojik gelişmeler lehimize çalıştı. Gazeteci, gazetecidir. Gazetecinin ulusalı, yereli olmaz anlayışını, zahmetsizce taraflaştırmaya çalışan, aşağı göstermeye çalışan herkese gösterdi ve konudaki cehalete de noktayı koydu. Cehalet diyorum çünkü  ben Gazetecilikte, Atilla Girgin, Kitle İletişimi’nde Ünsal Oskay, Basın Tarihi’nde Nuri İnuğur, Cumhuriyet Tarihi’nde Melda Şimşek, Anayasa’da Özden Cankaya, İktisatta Güngör Uras’ın, Siyasi Tarih’te Cüneyt Akalın’ın öğrencisiyim derim susarsın.

‘Kentin muhalif sesi olduk’

15 yıldır basın kartı taşıyorum. Mottomuz ise kentin muhalif sesi olmaktır. Kentin muhalif sesi olmaya çalışırken karşılaştığımız zorluklar saymakla bitmez. Yöneticilerin yıllardır ‘Basın bizim için önemlidir’ diyerek aslında basını sadece kendini övme aracı olarak görmesinden yıldık. Eleştirdiğimizde kötü, övdüğümüzde iyiyiz. Sorgulayıp sorgulattığımızda kötü, sallabaş haber yaptığımızda iyiyiz. Hatta bazı yöneticiler hadlerini aşarak bize gazeteciliğin nasıl yapılması gerektiğini bile anlatabiliyor.

‘Eleştiri, saldırı değildir’

Tabirinizle ulusal medya veya yerel medya-da görev yapan gazetecilerin görevi toplumun içinde bulunduğu ekonomik, sosyal, kültürel durumu tarafsız bir şekilde kamuoyuna en doğru biçimde aktarmaktır. Eleştiriye tahammülü olmayan yöneticiler eleştirileri kendilerine bir saldırı olarak görüyor, kendisine eleştiri yönelten gazeteyi bulunduğu kurumdan içeriye sokmayanı da gördük, gazetemizi toplatanını da. Kendisini sürekli öven gazetelere de kendi çalışanı muamelesi yapanı da gördük.

“Gazeteci tüccar değil fikir işçisidir’

Biz yerel gazeteciler vatandaşımızı tanıyoruz, siyasetçilerimizi tanıyoruz, öğretmenlerimizi tanıyoruz, muhtarlarımızı tanıyoruz, doktorlarımızı tanıyoruz, mali müşavirlerimizi tanıyoruz, öğrencilerimizi tanıyoruz ama siyasetçilerimiz bizleri tanımıyor. Mesleğimizi icra ederken karşılaştığımız zorluklardan habersiz yaşıyorlar. Gazetecilerin topluma sahip çıkmasını beklerken, toplum ve toplum yöneticileri gazetecilerine ne kadar sahip çıkıyor? Gazeteci toplumuna hizmet üretirken toplumunun da gazetecisine sahip çıkmasını bekler. Gazetesinin okunmasını bekler, gazetesine ilan verilmesini bekler, gazetesinin satın alındığını görmek ister.

Gazeteciler topluma yön verir, toplumda gazetecilerini güçlendirir. Unutmayalım ki gazeteci tüccar değil fikir işçisidir.  Tüm bu zorluklar ve dar bakış açıları içinde kendini ayakta tutmaya çalışan gazetelerin demokrasinin işleyişine katkısını varın siz düşünün…