Gazetecilik bir meslekten öte, bir yaşam biçimi. Hele yerelde gazetecilik yapıyorsanız, geceniz gündüzünüze karışır. Siyasetçisinden vatandaşına, esnafından bürokratına herkesle aynı caddeyi paylaşır, aynı pazardan alışveriş yapar, aynı yağmurda ıslanırsınız. O yüzden biz, sadece haberi değil; halkın derdini, sokağın nabzını, yaşanan adaletsizlikleri de taşırız kalemimize.

Ancak geldiğimiz noktada üzülerek görüyorum ki ne iktidar ne de ana muhalefet, yerel medyada ter döken, gece gündüz çalışan basın emekçilerini gerçekten önemsemiyor.
Büyük laflarla çıkılan kürsülerde “basın özgürlüğü”nden bahsediliyor ama iş gerçeğe gelince tablo çok farklı. Yerel medya, adeta üvey evlat muamelesi görüyor. Ulusal kanallar yandaşlıkla beslenip büyütülürken; bizler ayakta kalmaya çalışıyor, çalıştıkça daha da eziliyoruz.

Son dönemde belediyelere gönderilen tasarruf genelgesiyle birlikte, zaten dar boğazda olan yerel basının sırtına bir yük daha bindirildi. Pandeminin ardından “toparlanıyoruz” derken bu kez ekonomik kriz ve siyasi baskılarla yüzleşmek zorunda kaldık. İmkânlarımız azaldı, ilanlar kesildi, destekler rafa kaldırıldı. Bu şartlar altında birçok meslektaşım artık bu işi sürdürmek istemediğini fısıldıyor kulağımıza. Ama ne yapsınlar? Bu mesleğe duydukları sevda, ülkeye karşı hissettikleri sorumluluk, onları yine sokaklardan, haberlerden, vatandaştan koparamıyor.

Katıldığım bir meclis toplantısında, temmuz ayı oturumunda 24 Temmuz Basın Bayramı’nı kutladılar. İçimden yalnızca bir tebessümle izledim. Çünkü bu kutlamalar artık sadece bir tarihin, bir takvim yaprağının hatırlanmasından ibaret kalmıştı. Ne bir içtenlik ne de gerçek bir farkındalık vardı. Sanki “sırası gelmişken” söylenmiş birkaç iyi niyet cümlesi… Oysa o gün, gerçekten bayram edebilen tek bir yerel gazeteci var mıydı bu ülkede? Alkışlanan yalnızca sözcüklerdi; yaşanan gerçeklik değil.

Sahi 24 Temmuz neydi, yerel basın bunun neresindeydi?
Tarihler 24 Temmuz’u gösterdiğinde, takvimde “Basın Bayramı” yazar. O gün bazı meclislerde kutlama mesajları okunur, birkaç temenni dile getirilir, belki alkışlar duyulur… Peki gerçekte ne kutlanır? Sansürsüz ilk gazetenin çıkışı mı, yoksa hâlâ her türlü baskıya rağmen ayakta durmaya çalışan yerel gazetecilerin sessiz çığlığı mı?
Bu sorunun cevabı, ne yazık ki her geçen yıl daha çok anlamını yitiriyor. Çünkü bu ülkede yerel basın, bayram eden değil; ayakta kalmaya çalışan tarafta duruyor.

Bazen düşünüyorum: Bunca emeği ne için verdik? Herkes bir taraf tutturmuş gidiyor. Teknolojiyle birlikte artık herkes “gazeteci” olmuş durumda. Bu işe yıllarını vermiş olan bizlerin ne itibarı kaldı ne de güvencesi…
Yetmiyormuş gibi, birlikte yürüdüğümüz, destek verdiğimiz bazı siyasi figürlerin gerçek anlamda emek veren yerel basına yüz çevirmesine, sadece “seçtiklerine” her türlü imkânı sunarken istemediklerine bariyer üstüne bariyer koymasına tanıklık ediyoruz. Kimi meslektaşlarımızın siyasi ilişkilerle “zengin edildiğini”, diğerlerinin ise yok sayıldığını görmek gerçekten ağır geliyor.

Bunu bizzat yaşadığım bir olayla daha da iyi anladım. Bir milletvekili, yalnızca eleştirel bir haberimiz nedeniyle beni sözlü olarak tehdit etti. "Devam et, devam et bakalım... Mesleğini yapabiliyor musun?" dedi. Üstelik bu kişi bana yabancı biri değildi. Aynı ortamda bulunmuş, aynı sahada karşılaşmıştık. Asıl çelişki ise tehditten sadece bir gün sonra, aynı milletvekilinin bir televizyon kanalında çıkıp basın özgürlüğünden bahsetmesiydi.
Biliyor musunuz? O an sadece güldüm. Çünkü yaşadığımız gerçeklik ile söylenenler arasında uçurum büyüyordu.

Bugün geldiğimiz noktada birçok yerel gazeteci, üç beş kenara koyduğu birikimiyle ayakta kalmaya çalışıyor. Bu ne kadar sürecek, bilinmiyor. Çünkü artık işimizi hakkıyla yapabilmemizin önünde hem ekonomik hem de siyasi çok fazla engel var.

Yine de vazgeçemiyoruz.

Çünkü biz, haberi sadece yazmıyoruz; yaşıyoruz.

Ve belki de bu yüzden hâlâ buradayız.

Çünkü hâlâ umudumuz var. Çünkü hâlâ bu mesleğin onurlu bir şekilde yapılabileceğine inanmak istiyoruz.
İyi niyetle, samimiyetle ve dayanışma umuduyla…
Tüm meslektaşlarımın 24 Temmuz Basın Bayramı’nı kutluyorum — sadece lafla değil, gerçekten bayram edebileceğimiz günlerin umuduyla.

SÜMEYRA DUĞAN