Kadın cinayetleri artık sıradanlaşmamalı. Her gün eksiliyoruz; bir kardeş, bir anne, bir hayat… Bu kayıplara karşı susmak, sessiz kalmak cinayete ortak olmaktır. Artık sadece üzülmek değil, değiştirmek zorundayız.

Bir Kadın Daha Eksilmeden…
Bu cümle, artık vicdanımıza kazınması gereken bir çağrı. Çünkü her sabah bir kadın daha eksiliyor hayattan. Katlediliyor. Adı bir haber bültenine konu oluyor, sonra unutuluyor. Oysa o bir isimden fazlasıydı; bir hayatı, bir hayali, bir geleceği vardı.

Bir kadın daha eksilmeden, dur demeliyiz. Yitip gitmeden, susturulmadan, gömülmeden… Çünkü bu kayıplar sadece bir ailenin acısı değil; bir toplumun çürümesidir. Bu topraklarda bir kadının daha katledilmesini sessizce izlemek, insanlığımızdan eksilmektir.

Her sabah içimiz ürpererek açıyoruz haber sitelerini. Bir kadının daha ismini öğreniyoruz; artık aramızda olmayan bir kadının. Bir fotoğraf, birkaç satır, bir yaş bilgisi, bir meslek… Geride kalan çocuklar, anneler, kardeşler… Ve biz, bir süreliğine üzülüp hayatımıza devam ediyoruz. Oysa onlar hiç devam edemiyor. Çünkü artık yaşamıyorlar.

Kadın cinayetleri sadece rakam değil. Her bir sayı, bir hayattan, bir hayalden, bir insandan eksiliyor. Ve ne acı ki bu ülkede kadın olmak hâlâ her gün ölümle burun buruna yaşamak demek. Sokakta, evde, iş yerinde, mahkeme kapılarında… Kadınlar her yerde hayatta kalma mücadelesi veriyor.

İstatistiklere sığmayan acılar yaşıyoruz. 2024 yılında yüzlerce kadın hayatını kaybetti. 2025 yılının daha yarısı dolmadan onlarca kadın cinayeti işlendi. Ve bu rakamlar buzdağının sadece görünen yüzü. Görülmeyen kısımda psikolojik şiddet, ekonomik baskı, tehdit, susturulma var.

“Kadın cinayetleri politiktir” sözü boşuna söylenmedi. Çünkü bu ölümlerin arkasında bir sistem sorunu, bir cezasızlık zinciri, bir duyarsızlık var. Koruma kararlarının kâğıt üzerinde kaldığı, faillerin serbest bırakıldığı, yasaların uygulanmadığı her olayda devletin ihmali de kadına yönelen şiddetin bir parçası haline geliyor.

Artık duymak istemiyoruz:
“Daha önce de şikayet etmişti.”
“Uzaklaştırma kararı vardı.”
“Ayrılmak istediği için öldürüldü.”
“Devlet koruyamadı.”
Bu cümleleri her gün bir başka isimle tekrar etmek istemiyoruz.

Kadınlar yaşamak istiyor. Korkmadan sokağa çıkmak, çalışmak, sevmek, boşanmak, hayır diyebilmek, kendi hayatını kurabilmek istiyor. Bu istek bir lütuf değil, temel bir insan hakkı.

Şiddeti normalleştiren, mazur gören, haberleştirme biçimiyle adeta romantize eden dil de bu cinayetlerin dolaylı faillerinden. Dolayısıyla basının da üzerine düşeni yapması gerek. “Kıskançlık krizi”, “aşk cinayeti”, “eski sevgili dehşeti” gibi ifadelerle şiddeti meşrulaştıramayız. Bu, açık bir katliamdır. Kadın katliamı.

Kadınlar artık ölmek değil, yaşamak istiyor. Adaletin sağlandığı, suçluların caydırıcı cezalarla karşılaştığı, koruma kararlarının gerçek koruma sağladığı bir ülkede yaşamak istiyor.

Ben bir basın mensubu olarak artık gelen yayın yasaklarında “kadın cinayeti” ya da “çocuk istismarı” görmek istemiyorum. Yayın yasağı değil, artık bu utanç verici olayların hiç yaşanmamış olmasını istiyorum. Bir kadının nasıl öldürüldüğünü yazmak, o korkunç kareyi objektifime almak, acı dolu bir hikâyeyi üçüncü sayfa haberine dönüştürmek istemiyorum.

Ben artık bir kadının hayatta kalma çabasını değil, hayallerini yazmak istiyorum. Onun gülümseyen yüzünü, başarılarını, cesaretini anlatmak istiyorum. Çünkü biliyorum ki; kadınlar sadece yaşamak istiyor. Ve yaşamak bir ayrıcalık değil, temel bir haktır.

22 yaşındaki Ayşe Tokyaz’a hepimiz özür borçluyuz.
Biz, bu ülkede öldürülen her kadına bir özür borçluyuz.
Onları koruyamadığımız, seslerini zamanında duymadığımız, sustuğumuz, alıştığımız, kabullendiğimiz için…

Ama artık yeter.
Bir kadın daha eksilmeden…