Bugün kız kardeşimin doktor randevusu vardı. Aslında bu randevu, geçen haftadan kalma bir “sonuç gösterme” ziyaretiydi. Geçen hafta doktor yerinde yoktu, bu hafta da tablo değişmedi: Sistemde ismi görünen başka bir doktor da görevinin başında değildi. Saatlerce bekledik. Ne bir açıklama yapıldı, ne yönlendirme. Koca bir kalabalıkla birlikte biz de o belirsizliğin içinde kaybolduk. Sürekli birileri kapıdan bir soru sordu bekleyen diğer hastalar ise sinir krizleri ile mücadele verdi.

Türkiye’de hasta olmak artık sadece bir sağlık sorunu değil, sabır testi. Sağlık sistemine düzenli prim ödeyen bir vatandaş olarak hizmet almak hâlâ bir lütufmuş gibi sunuluyor. İş yerinden zar zor izin alan, belki de günü yevmiyeyle geçen insanlar saatlerce ayakta, dip dibe, havasız ortamlarda bekliyor. Yaşlılar, çocuklar, hamileler, engelliler… Kimseye ayrıcalık tanınmıyor. İnsanlar sırayla değil, adeta sabrına göre muamele görüyor.

Bugün yaşadığım bu durum, sadece bizim değil, orada bulunan herkesin ortak hikâyesiydi. Herkes yorgun, herkes öfkeli ama en çok da çaresizdi. En basit tahlil sonucunu bile gösteremeyen insanlar, koca bir sağlık sisteminin içinden “bir şekilde” çıkmaya çalışıyordu. Üstelik burda sonucu gösterip başka bölüme yönlendirilecek hastalar ise tamamen bu durumdan yılmış haldeydi..

Bütün bu stresin üzerine bir bardak çayın 50 TL, küçük bir şişe suyun dahi 40-50 TL aralığında satıldığını görmek, ayrı bir kırılma noktasıydı. Devlet hastanesinde, yani herkesin eşit şekilde hizmet alması gereken bir alanda bu fiyatlar; yalnızca fırsatçılığı değil, aynı zamanda ekonomik adaletsizliği de gösteriyor. Yeme içme, temel bir ihtiyaçtır. Normal bir ekonomide hastanede bir çay ya da bir suyun lüks haline gelmemesi gerekir. Bugün bir hastanede oturup soluklanmak, sadece sağlığın değil, bütçenin de sınavına dönüşüyor.

Türkiye’de hasta olmak; randevu almakla, saatlerce beklemekle, doktor bulamamış olmakla, kantin fiyatlarıyla ve en çok da bu düzensizliğe alışmaya çalışmakla açıklanabilir. Oysa sağlık, anayasal bir haktır. Ne lütuf, ne ikram. Bu kadar temel bir ihtiyaca ulaşmak bu kadar zor olmamalı.

Bugün hastanede yaşananları yazmak bir tercih değil, bir sorumluluk. Çünkü sağlık yalnızca bireysel değil, hepimizin ortak meselesi. Ve artık bu sistemin alarm verdiği açıkça görülüyor.

ŞİKAYET YAĞMURU

Şikayetvar.com gibi platformlara yansıyan şikayetler, hastaların uzun süreler boyunca tedavi ve teşhis için beklemek zorunda kaldığını gözler önüne seriyor.
Hastanede bazı ameliyatlar için sıra süresinin ‘iki yıla kadar uzadığı’ belirtiliyor. Özellikle uzmanlık gerektiren operasyonlar için çok uzun tarihlere randevu verildiği, bu süreçte hastaların yaşam kalitesinin ciddi şekilde etkilendiği aktarılıyor.

Bir başka hasta yakını, hastanede yapılan tetkiklerin sonucunu göstermek için dahi ‘aylardır uğraştığını’ ifade ediyor. Poliklinik randevularında yaşanan yığılma nedeniyle hastalar sonuçlarını doktorlarına bir türlü gösteremiyor; tedavi süreçleri aksıyor.

Randevu alamayan birçok hasta, ultrason gibi görüntüleme işlemlerini özel hastanelerde veya başka kamu kuruluşlarında yaptırmak zorunda kalıyor. Ancak Çam ve Sakura Şehir Hastanesi, e-Nabız sisteminde görünmesine rağmen bu raporları zaman zaman kabul etmiyor. Hastane yönetiminin “Bizde gözükmesi lazım” diyerek hastaları tekrar kendi sistemlerine yönlendirdiği belirtiliyor. Bu da teşhis ve tedavi sürecinde yeni gecikmelere yol açıyor.

Hastalar yalnızca fiziksel değil, psikolojik olarak da yıpranıyor.