Neymiş? Etrafımız savaş yerine döndü! Ne huzur ne güven bıraktılar bölgemizde!
Gerçek şu ki, birilerinin işine geldiği gibi yürüyor sinsi plan ve projeler...
Yazan kendileri, çizen kendileri, bölen kendileri, öldüren kendileri... Başlatan kendileri, durduran kendileri...
Bölgemizi yönetenlerin çoğu zaten kendilerinden...
Yani görünen ve bilinen işbirlikçiler... Bu durumda kendilerini tutmak mümkün müdür?
Dünya insanlığının seyircisi olduğu, şu bildik emperyalist yapımı filmlerin tekrarıdır sahneye konan.
BİZİM YURTTAN SESLER KOROSUNA GELİNCE:
Öyle sakin, öyle rahat, öyle bilinçli ki herkes... Tam da bir aşina ve alışkanlık tablosu gibi.
Neredeyse:
"Yadırganacak ne var ki? Zaten Türkiye 20 yıldan beri kendi kendiyle savaş halindedir!
Düşmana ne gerek? Yer altı sığınaklarına ne gerek?
Göklerde süzülen füzelerle TV camlarının yan tarafına 'SON DAKİKA' yazmaya ne gerek?"
Deyip sıralayacaklar milletin ve devletin başına gelenleri...
Bu durumun bir tek yorumu olsa gerek.
O da: "Söyleyenlere değil, söyletenlere bakmalı..."
20 yıldan beri, DEVLETİN GÜCÜNÜ MİLLETİN TEPESİNDE SİYASAL BALYOZ GİBİ TUTAN ELLERE BAKMALI...
FETÖ ile birlikte ekilen o fitne ve fesat tohumlarını halen ve de aynen nice kötü niyet seralarında yeşertenlere,
sonra da tezgah üstü yapıp kullanarak, öz milletimizin canını nice yargısız infazlarla zindan zindan yakanlara,
nice masum yuvaları da yıkıp dağıtanlara bakmalı!..
Bakmalı ve de görmeli ki...
Türkiye artık kendi içindeki 20 yıllık utanç savaşına son vermelidir!
Utanılacak şu ayrıştıran siyasetlere son vermelidir!
Ne kumpaslı, gerçek dışı iddianameler yazılmalı...
Ne de kendilerine iş yaparken yasal gördükleri kimi müteahhitleri,
muhalefete iş yaparken yasa dışı örgüt başı ilan ederek,
onları bir “Truva Atı” versiyonuna sokmamalı...
Böyle yaparak nice seçilmiş ve atanmış vatan evlatlarının canını zindan zindan yakmamalı elbette.
Artık bizim kendi iç savaşımızı bütün dünya biliyor!
FETÖ ile ortaklaşa başlatıldı. Şimdi de devletin gücüyle aynı balyoz yine milletin tepesinin üzerinde tutuluyor.
Kanıt mı? Kimlerin yargılandığı, kimlerin mağdur edildiği orta yerde işte... Daha ne olsun?
Kin var, intikam var, kumpas var, “Truva Atları” var, adrese teslim zindanlarla nice zulümler var...
Peki, AKP’li belediyelerle diğer kurumlarda iş yapanlar için hazırlanan suç dosyaları nerede?
Bu dosyalar üzerinden yargılanacak başkanlar ve çalışanlar nerede?
Nerede olacak? Onlar sütten çıkma ak kaşık...
Onlar işlerinde, güçlerinde ve de evlerinde... Yani onlara dokunulmuyor!
Peki bu ayrıcalık, kendi içimizde bir farklılık savaşı değil midir?
Daha neler neler...
Yer altı ve yer üstü tüm kazalar ile doğal felaketlerde vatandaşların yaşadığı mağduriyetlerle,
geciken adalete kayıtsız kalınan bir ülkede yaşam savaşı olmaz mı?
“Yeşilime, parkıma, doğama dokunma!” diyenlerin cop ve gaz yiyerek zindanlarda sürünmesi,
bir hak arama savaşının yurttaşlık bedeli değil midir?
Bu ülkede: Emeğinin, eğitiminin, ürettiğinin ve de tükettiğinin hakkını arayanların başına neler geldi, neler...
Bu ülkede: Siyasal iktidara muhalif olanların her alanda başına neler geldi, neler...
Kimi yurttaşlar zindanlarda...
Kimileri de maddiyatla ödedi haklı olduğu her davanın mücadele savaşını...
Sosyal barış ile iş barışının olmadığı her adreste dolaylı olarak bir onursal savaş vardır!
Gelir dağılımındaki haksızlıktan, hayatın her alanındaki adaletsizliğe kadar süren bir mücadeledir yaşam savaşı.
“Güç bende ve bizde!” deyip, öz milletine zulüm yapanların ülkeleri, insanlık tarihi itibariyle hep savaş yeri olmuştur!
Kurtuluşun reçetesini: Adalet, bilim ve demokraside arayanlar insanca yaşarken,
bu reçeteye uzakta duranların savaşı, nesilden nesile sürüp gidecektir!
SAVAŞ: SADECE TEPEYE YAĞAN VE DE CAN ALAN BOMBALARDAN İBARET DEĞİLDİR.
SAVAŞ: YAŞANAN YA DA YAŞATILAN HAKSIZLIKLAR KARŞISINDA, BİR İNSANLIK ONURUNUN DİK DURUŞUDUR!