Gökçeada'yı hadi gelin bir de bende dinleyin :) Gökçeada ile gönülden bağ kurduğumuz doğrudur. Sessizliği, köyleri, sokakları…
Zamanın biraz yavaşlamasına, ruhun nefes almasına, bedenin dinlenmesine ihtiyacınız varsa, size bir önerim var: Gökçeada. Türkiye’nin en büyük adası, ama aynı zamanda en sakinlerinden biri. Bu bayram tatilinde Gökçeada’ya yaptığım kısa ama etkili kaçamak, Çanakkale sevgimi neredeyse 100’le çarptı diyebilirim.
Dönüp İstanbul’un keşmekeşine karışmadan önce, içimde bıraktığı o derin huzuru, belki birkaç satırla paylaşmak, bu güzelliği kayda geçirmek istedim. Gündemden, kaotik haberlerden uzak birkaç dakika hepimize iyi gelir, ne dersiniz? Çünkü hepimizin yaşadığını hatırlamaya biraz ihtiyacı var.
Zeytinliköy: Taş Sokaklar, Taze Nane, Tarihle Randevu
İlk durağımız Zeytinliköy. Adını çevresindeki zeytinliklerden alıyor. Aynı zamanda Fener Rum Patriği I. Bartholomeos’un doğduğu yer olarak biliniyor. Köyün taş sokakları, tarihi dokusu öyle etkileyici ki, insan “keşke zaman burada dursa” diyor.
Ve tabii ki Cicirya! Gökçeada’ya özgü, Doğu Roma dönemine kadar uzanan bu özel lezzet, kalın hamuru, keçi peyniri ve taze nanesiyle bence pizzanın tarihi versiyonu. Kız kardeşimin deyimiyle: “yayla çorbalı pide” tadında bir şeydi ama kokusu ve tadı epey farklıydı, yanlış anlaşılmasın :)
Bademli Köyü: Sessizliğin Tadı
Adanın koruma altındaki köylerinden biri olan Bademli ya da Eski Bademli… Sadece taş evleriyle değil, o eski çamaşırhanesiyle, çiçeklerle bezeli sokaklarıyla insana “yaşıyorum ben ya” dedirtiyor. Sessizlik burada huzurla eşanlamlı.
Gün batımını burada izlemek, adeta bir ritüel. Eğer bir gün yolunuz düşerse, sadece susun ve izleyin.
Kaleköy: Tarih, Manzara ve Oğlak Tandırı
Kaleköy, eski adıyla Kastro, adanın tarihi mirasını taşıyan en özel yerlerden. Tepeye kurulmuş bu köyde sadece taş binalara izin veriliyor, çünkü burası kentsel sit alanı. Antik dönemden bu yana yerleşim görmüş bir yerleşke.
Kaleköy’ün yıldızı ise gün batımı ve oğlak tandırı! Gerçekten öyle alelade bir yemek değil bu. Emeği bol, lezzeti şahane. Etin ağızda dağılması mı desem, kokusuyla iştah açması mı… Her şeyiyle dört dörtlük.
İmroz Keçi Restaurant: Meze Cenneti
Yemek demişken, Keçi Restaurant’a ayrı bir paragraf açmazsak ayıp olur. Mezeler efsaneydi! Ahtapot salatası tam kıvamında marine edilmişti. Yaprak sarma, adaya özgü üzüm yapraklarından yapılmıştı ve lezzeti hâlâ damağımda.
Girit Ezmesi, Saganaki peyniri, özel soslu çıtır jumbo karides... Ah o karides! Yemezseniz cidden çok şey kaçırırsınız. “Ada Güzeli” adlı mezeyi de denemeden dönmeyin derim. Ve tabii ki levrek marin… Hardallı, hafif ekşimsi, gerçekten çok özel bir lezzetti.
Tatlı kısmına gelirsek… Az kalsın unutuyordum bu arada :) Damla sakızlı muhallebi. Benim favorim olmasa da kız kardeşim bayıldı. “Bu tatlıyı yazmazsan küserim” dedi, ben de yazdım :)
Gökçeada ile gönülden bir bağ kurduğumuz doğrudur. Sessizliği, taş sokakları, tarih kokan köyleri ve tabii ki nefis mutfağıyla insanın içini ısıtan bir yer. Tatilin sonunda şunu düşündüm: Herkesin yılda en az bir kere ruhunu ve bedenini dinlendirecek bir adaya ihtiyacı var.
Benimki belli oldu. Sıra sizde.