Bazen kendi kendime soruyorum; “Belediyelerde verilen hizmetlerin devamını sağlarken aynı zamanda modernize etmek ve insanların isteklerini karşılamak için sosyal yaşamı gözlemleyen, insanlarla konuşup, beklentilerini öğrenen görevliler var mı acaba?” diye.

Sonra sorumun cevabını yine kendim veriyorum; “Elbette ki vardır. Olmaması mümkün değil. Olmasa binlerce insan ne iş yapar oralarda?”

Belediyelerdeki halkla ilişkiler birimleri, çalışma alanları kapsamında STK’lar ve muhtarlıklarla da diyalog halinde olup, vatandaşın sorun ve ihtiyaçlarını öğrenerek, çözüm için ilgili bölümlere aktarmaktadır.

Ne kadar dikkate alındığını tam bilmiyorum ama şikayet ve dilek kutuları da var. Bu kutulara atılan not ve mektuplar okunarak, yine hizmet kalitesi artırılmaya çalışılıyor.

Samimiyetle ve içtenlikle değerlendirildiği takdirde her fikrin, her önerinin, her şikayetin doğruyu bulmada ve yapmada çok önemli olduğuna inanıyorum.

Yaşadığı yeri gözlemleyen, var olanın daha iyi olması, verilen hizmetin daha güzelinin yapılması için fikir üreten, bunu da çeşitli platformlarda paylaşan bir vatandaş olarak, bazı belediyelerin hizmet üretmede kısır kaldığını ve kanıksanmışlıktan öteye gidemediğini görüyorum.

Bu öyle bir kanıksama ki; hani derler ya “böyle gelmiş böyle gider” diye, aynen öyle.

İşte bu anlayış ve bakış açısı, topluma verilmesi gereken hizmetlerin modernize edilmesini ve halkın bu hizmetler sayesinde daha rahat, sorunsuz bir yaşam sürmesini engelliyor.

Eğer, bir görevi yüklenenler, bir işi yapması için sorumluluk ve yetki verilenler, aklını, mantığını kullanır, farklı daha neler yapabilirim, işimi nasıl geliştirebilirim, halkın başına gelen ya da gelebilecek bir derdi, sorunu ne şekilde çözebilirim diye düşünür, fikir oluşturabilirse; insanlar orada kendisine hizmet etmek için, sorununu çözmek için var olan bir kurumun, yetkilinin, sorumlunun bulunduğunu hisseder.

Aksi takdirde, vatandaş çukura düşer bir neden bulunur, kaldırımda yürüyemez bir sorumlu yaratılır, trafik keşmekeşe döner, bir bahane uydurulur, kanalizasyon boruları patlar, yağmur suyu kanalları taşar, heyelan olur, duvar çöker, bina yıkılır ama bunların olabileceğini önceden düşünmeyen, tedbir almayan yetkilinin her olayda bir bahanesi ve suçlayacak bir günah keçisi mutlaka olur.

Bahane yaratmak, sorumluluktan kurtulma hakkı vermez. Olmayan olmamıştır, yapılmayan yapılmamıştır.

Bu konuda söyleyecek çok söz var ancak size bir yaşanmışlığı anlatıp, bu kadar lafı neden ettiğimi göstermek istiyorum.

Şehir merkezindeki bir kafenin kapı girişine yakın bir masada oturuyorduk. Çayımızı yudumlarken, içeriye bir kadın girdi, yedi sekiz yaşlarındaki bir kız çocuğunun elinden tutuyordu. Kasanın yanında ayakta bekleyen komiye yaklaşıp, “rica etsem, çocuk tuvaletinizi kullanabilir mi?” diye sordu.

Çocuğun durumundan çok sıkıştığı belli oluyordu.

Komi cevap vermeden önce, sağına soluna baktı, sonra kadına dönüp, “hanımefendi normalde yasak. Tuvaleti müşterilerimiz dışında kimseye kullandırtmıyoruz. Patron kızıyor. Ayrıca bu şekilde kullanan çok olunca, çabuk kirleniyor. Ama şuan patron yok, müşteriymiş gibi kullanıp, gidin, ben sizi görmedim” dedi.

Kadın teşekkür etti. Kızına tuvalete girmesini söyledi. Çocuk tuvalete doğru yürürken, kendisi yanımızdaki masaya oturdu. Sonra komiyi yanına çağırdı ve “madem patronun kızıyor, gelir falan, başın derde girer, işinden olursun. Bana bir çay verirsen sevinirim” dedi.

Komi çayı getirdi. Biraz sonra çocuk da annesinin yanına döndü. Ona da içecek bir şey söyledi kadın. Sonra bizim duyabileceğimiz bir ses tonuyla, “kaç defa aynı şeyi yaşadım. İnsan böyle kalabalık yerlerde güzel güzel tuvaletler yapar, tabelalar koyar, biz de ihtiyacımız olunca kolayca bulup, gideriz. Ama nerdeeee! Bizi düşünen yok ki” dedi.

Belki kendisine karşılık vermemizi bekleyip, dert ortağı olmamızı istedi, belki de ortaya konuştu, ama haklıydı.

Kadınla, çocuğunun yaşadığını birçok kişi yaşamıştır. Öyle ya da böyle, bir yerde bir şekilde tuvalet ihtiyacı olmuş, rica minnet ya bir eve ya da bir kafeye, lokantaya girmiştir. Şansı varsa bir umumi tuvalet bulmuştur veya yakınlardaki bir caminin tuvaletine kendini atmıştır.

Oysaki böyle mi olmalı?

Bir AVM’ye girdiğimizde her katta tuvaletler nerede, lavabolar nerede, bebeği olan anneler için emzirme odaları nerede, mescit nerede, otopark hangi katta, dahası neyin nerede olduğunu gösteren tabelalar var. Ama tabii ki buralar önceden düşünülüp yapıldığı için tabelası da var. İnsanlar da hiçbir sorun yaşamadan, kimseye rica minnet etmeden buraları kullanıyor.

Peki hiç dikkat ettiniz mi; şehir merkezlerinde, insanların kalabalık olarak bulunduğu caddelerde, semtlerde, camiler dışında tuvaletler nerede var, tabelaları nerelere koyulmuş, insanlar buralarını nasıl buluyor?

Bir deneyin isterseniz. İhtiyaç duyduğunuz anda hiçbirini bulamazsınız ya da yoktur. Çevreye bakınır, birilerine sorar, umumi bir tuvalet bulmak için çabalarsınız. Ya yakındaki bir caminin tuvaletine koşturarak gider ya da bir kafeye, lokantaya girer, tuvaletini kullanmak için izin istersiniz.

Oysaki bir şehrin AVM’lerden ne farkı var? Oraların yöneticisi varsa, şehirlerin de var. Vatandaşın rahat hizmet alması, ihtiyacını görmesi için gerekenleri yapan “düşünen” kişiler varsa, şehirlerin de var. Peki vatandaş bu tür sorunları neden yaşıyor?

Kafama takıldı da..!